Yetiştiğimiz toprakların gelecek planlarında hep bir iş ve meslek sahibi olma düşüncesi vardır. Küçüklükten beri “aç ve açıkta kalmamak” için şartlandırılıyoruz. Hep bir yarış, sınav, mücadele… Bu nedenle zamanın içinde maddenin peşine düşüveriyoruz her daim. Gönül mahzun kalıyor, genişleyemiyor. Ezilmemek için ezmek ya da görmezden gelmek, umursamamak yöntemiyle rakiplerimizi eliyoruz birer birer. Çalım attıklarımız arkadaşlarımız da olabiliyor dostlarımız da ama bunda çok da sorun görmüyoruz. Oysaki dilimiz aslında çok farklı şeyler söylüyor: Bayrak, vatan, millet, dava, özgürlük, barış, kültürümüz, değerlerimiz, sanatımız, birlik, beraberlik, kardeşlik, almadan vermek, muhabbet… Bu liste baya uzayıp gider. Her yanımız böyle söylenceler, hikâyeler, olaylar, yazılarla dolu. Tarihimiz bu konuda çok cömert doğrusu.
Peki, hakikat öyle mi? Belki zamanında öyleydi ama şimdi değil. İlim, irfan sorumluluk, ahlak, sadakat, vefa, fedakârlık, sabır, şükür, azim rafa kaldırılmış, roman ve hikâyelerde ya da koyu çay muhabbetlerine meze edilir hale gelmiş. Ha bir de medyada güzel laf sokmak, içerik üretmek, hava atmak için kullanılıyor. İş icraata gelince arkadan gelenler köşe başlarında kayboluveriyor. Bir bakıyorsunuz geride kimse kalmamış üç-beş cengâverden başka.
İcraatlar da sınıfta kaldığımız, ağzımızla iş yaptığımız, “hallederizlerin” havada uçuştuğu bir dönemdeyiz. Afili çıkışların boş bir nefesten ibaret olduğunu vurgun yediğimizde anlıyoruz. En ufak üflemeyle sönen mumların vaatlerine geceye meydan okumuşuz haberimiz yok. Zora gelemeyenlerin çözümsüzlük ipliklerinden kazak olmaz. Boğar bizi onlar. Kış sert geçecek belki bu yüzden ama baharlar hep bizim olacak.
Şükür hilale sevdalı kalemin izinde yürüyenler var hala. Yere bayrağı düşürmeyenler, omuz verenler, yarı yolda bırakmayanlar… Çözüm üreterek “ben de varım” diye – bilenler… Hem bedenen hem de ruhen varlıklarını gösterebilenler… Dünya telaşesini bahane etmeyenler… Plana dâhil olup planına dâhil edenler… Boş vakitlerini değil vakitlerini dolu edenler… Fiili duanın hakkını veren, en çok sevabı toplayan kocaman yürekler… Her kula nasip olmaz böyle şeyler. Seçtiğini zannedersin, kendin karar verdiğini oysaki seçilmişsindir, izin verilmiştir. Gittiğini zannedersin, kurtulduğunu oysaki nasibin kesilmiştir. Allah yolunda olanlardan nasip eylesin. Benim cevaplarımdan bir cevaptır bu: “Ne yaptın?” diye sorulduğunda rûz-i mahşerde “Dergi çıkardım” demek, diyebilmek…
Korkma! Hilalin gölgesinde kalemin izinde yürüyenlerin ayak sesleri bunlar. Keşke sen de olabilseydin o saflarda ama çok meşguldün hatta yoğun. Üzülme bu destanlara şahit olacak birileri de lazım
Doç. Dr. Mesut Aytekin