İSTANBUL’DA TARİH
Her cuma Hacı Arif Bey Konağı’nda gerçekleşen Divan Sohbetlerinin 09 Şubat 2024 tarihindeki post sahibi Prof. Dr. Azmi ÖZCAN ve konuğu “Suriçi İstanbul’un Sırları” başlığını konuşmak üzere tarihçi-yazar İbrahim AKKURT oldu.
Konuya girizgâh yaparak sohbeti başlatan Özcan,Fetih zamanı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a saygısından dolayı yağma süresini sınırlamasıyla şehrin devletler için de ayrı bir öneme sahip olduğunun altını çizdi.İstanbul’un tarihi önemini anlatmak için ise Napolyon’un “Dünya tek bir ülke olsaydı, başkenti İstanbul olurdu.” sözünü dinleyenlerle paylaştı ve sözü konuğuna bıraktı.
İstanbul’a ilk yerleşen yerlilerin (Megaralılar)İstanbul’un şu anda Sarayburnu civarına tekabül eden konuma neden ve nasıl yerleştiğini anlatarak konuşmasına başlayan Akkurt, İstanbul’un antik tarihinden bahsetti ve Semavi Eyice’nin “İstanbul yıldızlar topluluğu, Fatih-Suriçi ise onun kutup yıldızıdır.” sözünü hatırlattı. Suriçi’nin İstanbul’un en kadim yerleşim yeri olması ve tarihe tanıklık eden bir bölge olması dolayısıyla kutup yıldızı benzetmesinin çok doğru olacağını da belirtti.
Yeni İnancın Galibiyeti
İstanbul yerleşimi gelişirken o zamanlar yedi tepe üzerine kurulu olmadığını, Hristiyanlık için yedi sayısının kutsiyeti açısından onların desteğini de almak için bu kavramın çıktığını, Hristiyanların desteğinin alınması için tapınaklar bölgesi olan şimdiki Ayasofya Camii civarına da büyük bir kilise yapıldığını ve adına da MegálēEkklēsíā(Büyük Kilise) dendiğini aktaran Akkurt bundaki amacın yeni inancın eski inanca galip geldiğini göstermek olduğunu söyledi.Hocamız, “Fatih Sultan Mehmet Han da İstanbul’un fethi sonrası PatrikGennadiosSkolarios’eHavariyyun Kilisesi’nin arazisini veriyor. ‘Buraya patrikhaneni kurabilirsin, hizmetlerine devam edebilirsin.’ diyor. Fakat iki yıl sonra patrik orayı terk ettiğinde Fatih Sultan Mehmet Fatih Cami’sini o bölgeye yaparak siyasi olarak bir nevi ‘Yeni inanç eski inanca galip geldi.’ şeklinde bir mesajla bu olayı perçinlemiş oluyor.” diyerek aynı metodun Osmanlı zamanında da gerçekleştirildiğini anlattı.
Osmanlı zamanı öncesinde Ayasofya’nın büyük bir cazibe merkezi olduğunu aktaran Akkurt, Osmanlı zamanında da aynı değeri gördüğünü, padişahların bayram ve cuma namazlarını Ayasofya’da kıldığını, onlarıorada kılmasalar bile muhakkak Kadir Gecesi’nde özellikle orada kıldıklarını söyledi: “Halk arasındaki inanışa göre Kadir Gecesi’nde muhakkak Hızır (a.s) orada bulunur. Padişahın da orada olması lazım, edilen dualara iştirak etmesi lazım.”
Ayasofya haricinde halkın sosyalleşmek için toplandığı bir diğer noktanın da Hipodrom ve saray bölgesi olduğunu aktaran hocamız halk arasında temel üçlü olarak hipodrom, Ayasofya ve saray üçlüsünün olduğunu ve her birinin başka bir şeyi temsil ettiğini şu sözlerle anlattı: “Hipodrom halkın, Ayasofya tanrının, saray imparatorun.”
Fetih sonrası şehri hızlı bir şekilde şenlendirme politikası güdüldüğünü ve bu amaçta kaçan nüfusun geri getirilmesi için iskân politikasının uygulandığını, ticareti canlı tutmak için Kapalı Çarşı’nın nüvesini teşkil eden Sandal ve Cevahir bedestenlerinin kurulduğunu, güvenlik için Suriçi’nin tek askeri mekânı olan Yedikule Hisarı’nın inşa edildiğini aktaran hocamız şenlendirme politikasının sadece 2. Mehmet’le sınırlı kalmadığını ve her gelen padişahın şehre bir şey katmak istediğini söyledi.
Doğu’nun ve Batı’nın Kesişimi
Akkurt “Haydarpaşa ve Sirkeci tren garı. Haydarpaşa, Doğuya doğru giden -Hicaz Demiryolları- büyük projenin başlangıç noktası. Buranın mimarı Almandır yani Batılı bir mimari. Doğudan gelenler İstanbul’da indiklerinde Batılı mimariye sahip Batı şehrine geldiklerini düşünürken batıdan gelenler Doğu mimarisine sahip Sirkeci’de indiklerinde Doğu şehrine geldiklerini düşünüyorlar. Böylece bu iki tren garı üzerinden İstanbul’un Doğu’nun ve Batı’nın kesişim noktası olarak yorumlama imkanına sahip olabiliyoruz.” sözleriyle alelade görülebilecek tren garlarının bile altında derin bir anlatı olabileceğini de söyledi.
Hazırlayan: Bahadır Yücel (Gelişme 2)