Yüzyılda İnsan
“İnsan insan derler idi, insan nedir şimdi bildim.
Can can deyu söylerlerdi, ben can nedir şimdi bildim.”
İnsan, insanlık, insanlar, iniltiler, inlemeler, ağlayan kadınlar, ağlayan erkekler, ağlayamayan olmuş bebekler. Altı aydan fazladır kafamda donup duran ve anlamlandırmakta oldukça zorlandığım, akıl sağlığımı yokladığım kavram karmaşasının sadece bir kısmı bu. Dünya öyle garip bir yer ki bir yeri aydınlıkken bir yeri hep karanlık. Ancak bu Güneş ve Ay’ın hareketinden ileri gelen bir vaka değil. Bu yukarıda yazdığım her kelimenin dünyanın farklı yerlerinde farklı anlaşılması. Hepimiz aynı toprağa basıyorken birimiz nasıl ertesi gün diğerlerinin basmaya devam ettiği toprak olabiliyor. Zalim ve mazlum aynı topraktan ve aynı kökten türeyip nasıl varlığını sürdürüyor. Öyle ya dünyada ne zalim ne mazlum varlığını yitiriyor. Filistin haftalardır zulümle karşı karşıya. İsrail, Avrupalı insan haklarını ihlal etmediğinden mütevellit döktüğü bebek kanları çizmelerinden içeri girene kadar durmuyor. Durmak bilmeyecek. Zira engel olacak – birleşememişleri yok sayan – bir
Birleşmiş Milletler de yok ortada. Oysa ne çok şey öğrenmiştik. Kitaplardan okuyunca da anlayamamıştım zaten, hal böyleyse neden dünya kan kokuyordu. İnanıyorum, bir gün dünya
zulümden kurtulacak. Zulüm ancak zalimlerin üzerine olacak o gün geldiğinde. O gün geldiğinde haykıracağım tüm sesimle: Ey zalim, şimdi zulüm sanadır. Ey gafil, şimdi gaflet andadır. Ey kâfir, şimdi küfrün candadır. O canı almak mazlumların hakkıdır. Size vaat edilebilecek bundan başkası değildir. Altını ve üstünü kan doldurduğunuz o toprakların sahibi açlıktan, ölmeye mahkum bıraktığınız bebekleri yaratandır. Ve şimdi biz seyirciler, filmin sonu başından daha yakın. Seyirde kaldığımız bu meseleler belki o ekrandan üzerimize yürüyecektir. Öyleyse umursayalım, utanalım, uyanalım ve bu kez bari unutmayalım…
Yusuf Ekrem ÇELEBİ
“Avazeyi bu aleme Davud gibi sal
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş”
Yukarıdaki dizeler, şair Baki’den asırlar sonrasında bizlere kalan sadadır sevgili okur. Sanıyorum ki onun şair marifetiyle dizelere döktüğü bu hoş sadanın hakkını dünya âleminde
verebilmek, herkese nasip olacak türden değil. Ancak hemen herkes, bu dizeleri okuduğunda aklında beliren hoş sada sahibi bir fani mutlaka tanımıştır. İşte benim de şahsını yakından tanımamış olmama rağmen ardında bıraktığı sadasını, bu satırları yazarken dinlediğim isimdir Önder Çulhacı ağabey. Öyle ki geçtiğimiz sayının hazırlıkları devam ettiği sırada aramızdan erken ayrılışı; dostları ile birlikte onu şahsen tanımayan ve fakat kişiliğini yakınlarından dinleyen biz kardeşlerini dahi sarsmıştı. Bizler de kendisinin “Hilalin Gölgesinde” sarf ettiği gayretten mülhem onu satırlarımıza işlemeyi, kendisini dostlarının ağzından siz kıymetli okurumuza tanıtmayı bir borç bildik. Allah rahmetiyle muamele etsin, ağabeyimizin mekanı nur olsun.
İşte dünya yolculuğundan yol da geçiyor; yolcular da sevgili okur. Biz arkada kalanlara ise yola devam etmek, devam ederken de bu yolculuğu kıymetli kılmak kalıyor. Önünüzde yer alan bu dergi de bizler için dünya yolculuğumuza değer katan duraklardan birisi. Zira gönül coğrafyamızdan başlayarak pek çok konuda değerlendirme, analiz, tecrübe ve paylaşımlarımızı siz değerli okuyucumuza aktardığımız bu sayımız ile de yolculuğumuzu kıymetli kıldığımıza; bir kez daha “avazeyi bu âleme Davud gibi” saldığımıza inanıyoruz. Önder Ağabeyimizle birlikte bu sayfalara mürekkebini akıtan tüm kalem sahiplerine bir kez daha rahmet olsun. Gök kubbede yankılanacak sadaları hoş kılmak ve bu âlemde haklarını verebilmek temennisiyle 60. sayımızı beğenilerinize sunarız.
Beyzanur KANDEMİR