TAKDİM YERİNE
Teknoloji, insanlık tarihinin en temel dönüşüm dinamiklerinden biridir. En basit tanımıyla, insanın doğa üzerindeki denetimini artırmak, ihtiyaçlarını karşılamak ve yaşamını kolaylaştırmak için geliştirdiği araçlar, yöntemler ve bilgi biçimlerinin bütününü ifade ettiği söylenir. Teknoloji, hem doğa ile insan arasındaki arayüzü hem de toplumun kendi iç örgütlenmesini şekillendiren bir güçtür. Üretimden iletişime, gündelik alışkanlıklardan toplumsal kurumlara kadar uzanan geniş bir yelpazede etkili olan teknoloji, insan eyleminin hem aracı hem de sonucu olarak, modern dünyayı anlamanın merkezinde yer alır.
Fernand Braudel’in de vurguladığı gibi, teknoloji yalnızca karmaşık makineler veya yenilikçi cihazlardan ibaret değildir. Günlük yaşamın sabırlı, rutin ve görünmez çabaları da tekniğin kapsamına girer. Baltalar, çekiçler gibi insan yeteneklerini artıran araçlardan, sıcak çorbayı taşımak gibi ancak özel nesnelerle mümkün olan uygulamalara kadar üretilmiş nesneler, insanın çevresine müdahale kapasitesini genişleten ve hayatın pratik sorunlarını çözmesini sağlayan unsurlardır. Ancak teknoloji yalnızca bu maddi nesnelerden de ibaret değildir. Her türlü teknik bilgi ve Batılıların tabiriyle know-how da, hangi şeylerin nasıl yapıldığını belirleyen bilişsel unsurlar olarak teknolojiyi şekillendirir. Bu anlamda teknoloji hem eylem nesnesi hem de eylemin bilgisi, maddi ve zihinsel boyutları iç içe geçmiş sosyal bir olgudur.
Bugün teknoloji genellikle bilimle birlikte anılsa da, teknolojinin tarihsel olarak bilimden önce veya bağımsız olarak geliştiğini görmek de mümkündür. Örneğin, su arkını icat eden bir berber çırağı olan Dick, icadını geliştirdikten sonra bilimsel tanınırlığa ve soyluluğa kavuşmuş ve Sir Richard Arkwright olarak anılmaya başlanmıştır. Bu durum, teknolojik yeniliklerin kimi genellikle piyasa ihtiyaçları ve günlük sorunlar tarafından tetiklendiğini ve kimi zaman bilimsel açıklamaları öncelediğini göstermektedir. Modern dönemde üniversiteler ve araştırma enstitüleri sayesinde teknoloji ile bilim arasındaki ilişki daha paralel görünse de, patentler ve büyük şirketlerin Ar-Ge yatırımları, teknolojik gelişmelerin bilimsel kurumların dışında da gerçekleştiğini ortaya koymaktadır. 19. yüzyıldan itibaren matematik ve bilimsel kuramların mühendislikte artan kullanımı, teknik kültürün ve yeni düşünce tarzlarının gelişimini hızlandırmıştır; modern bilimsel devrim de teknolojik girdilerin önemini kabul ederek bu kültürün yayılmasına katkıda bulunmuştur.
Makineleşme süreci ve onun toplumsal yansımaları da, teknolojinin sadece teknik değil aynı zamanda sosyal bir fenomen olduğunu göstermektedir. David Ricardo ve Karl Marx’ın en temel çalışmalarında makine ve makineleşme tartışmalarına ayırdıkları yer, teknolojik yeniliklerin toplumsal yapıyı dönüştürdüğünü ve ekonomik ilişkiler ile üretim biçimlerinin teknoloji ile sıkı sıkıya bağlantılı olduğunu ortaya koyar. Örneğin Marx’ın “elle işleyen değirmen size derebeyliği, buharla işleyen değirmen ise kapitalist toplumu verir” tespiti, teknolojik değişimin toplumsal yapı ile iç içe geçtiğine dikkat çeker. Bunun karşı kutbunda, Türk modernleşmesinin erken dönemlerinde Gökalp’te somutlaşan “Batının tekniğini alalım, kültürünü almayalım” tarzı naif görüşler yer alır. Ancak devlet reformları ve düşünsel hareketler, teknolojik geri kalmışlığı telafi etmek için Batı tekniklerinin benimsenmesini zorunlu kılmıştır. Bu noktada Mümtaz Turhan ve Erol Güngör gibi isimler, teknolojiyi toplumsal, psikolojik ve kültürel bağlamıyla ele alan nadir düşünürler olarak öne çıkarlar.
Turhan ve Güngör gibi istisnalar bir yana gerek Türkiye’de gerekse dünyada teknoloji uzun süre sosyal bilimlerin merkezinde incelenmemiş, genellikle sadece üretim ve çıktı aracı olarak görülmüş, nasıl ortaya çıktığı ve toplumla nasıl etkileştiği fazla sorgulanmamıştır. 1980’lerden sonra sosyolojik bakış, teknolojiyi yalnızca nesneler değil, aynı zamanda bu nesneleri kullanan insanlar ve toplum bağlamında ele almaya başlayacaktır. Örneğin sosyoteknik geçişler yaklaşımı, teknolojik yeniliklerin önce küçük uygulama alanlarında (niş), sonra mevcut sosyal ve kurumsal sistemle etkileşerek (rejim) ve dışsal/makro olaylardan etkilenerek (peyzaj) yayıldığını gösterir. Bu etkileşimler, teknolojinin ya tamamen değişmesi, uyum sağlaması ya da yeniden şekillenmesiyle sonuçlanabilir. Aynı şekilde faili merkeze alan yaklaşımlar, teknolojinin nasıl benimsendiğini ve günlük hayata dahil olduğunu açıklar. Örneğin evcilleştirme (domestication) kuramı bir teknolojinin satın alınmasından rutin hâle gelmesine ve hayat tarzını değiştirmesine kadar süreci anlatırken; mesela UTAUT (Unified Theory of Acceptance and Use of Technology) yaklaşımı iş yerinde yeni teknolojilerin kabulünü kolaylık, performans, sosyal etki ve destek şartları üzerinden açıklar. Daha geniş ilişkisel yaklaşımlar ise teknoloji değişimini, maddi nesneler, beceriler, anlamlar ve bağlantılar üzerinden toplumsal pratiklerle açıklamaya çalışır. Yine son dönemde daha azla popüler hale gelen aktör-ağ kuramı da insan ve nesnelerin birlikte oluşturduğu ağlar sayesinde teknolojinin ortaya çıkışını ve yayılmasını anlamayı mümkün kılar. Bu anlamda teknoloji, sadece aletler değil, insanlar ve kurumlarla birlikte işleyen karmaşık bir sistem olarak görülür.
Sonuç olarak, bugün artık teknolojiyi anlamak, sadece araçları veya makineleri incelemek değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı, bireysel eylemleri ve kültürel bağlamı hesaba katmayı gerektirir. Braudel’den Marx’a, “sosyoteknik geçişler” yaklaşımından aktör-ağ kuramına kadar uzanan analizler, teknolojiyi maddi nesneler, bilişsel bilgi ve toplumsal ilişkilerin kesişiminde konumlandırır. Türk düşüncesi bağlamında ise Mümtaz Turhan ve Erol Güngör gibi sosyal bilimcilerin yaklaşımı teknolojik değişmeyi sosyal, psikolojik ve kültürel boyutlarıyla kavrayan bir perspektif sunarak, günümüzde teknolojiyi yalnızca teknik bir mesele olarak değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümün merkezi bir unsuru olarak düşünmemizi sağlar. Hasılı teknoloji, tarih boyunca insanın çevresiyle kurduğu ilişkinin hem ifadesi hem de belirleyicisi olmuştur. Bu nedenle teknolojiyi anlamak, toplumu anlamaktan ayrı düşünülemez. Günümüzde dijitalleşme, otomasyon ve yapay zekâ gibi alanlarda yaşanan gelişmeler de, teknik yeniliklerin aynı zamanda sosyal yeniden yapılanmalarla birlikte ilerlediğini bir kez daha kanıtlamaktadır. Dolayısıyla, teknolojiyi yalnızca işlevsel bir yenilik değil, aynı zamanda insanın kendisini, emeğini ve dünyadaki yerini sürekli yeniden tanımladığı bir toplumsal olgu olarak görmek gerekir. Elinizdeki bu özel sayı teknolojiyi hayatın ve hayatı teknolojinin penceresinden ele alma denemesi olarak alana mütevazı bir katkı sağlayabilirse ne mutlu.
M. Fatih KARAKAYA
