“Sevda denilen şey yaşanan hatıralardır. Yahut yaşayan hatıralardır biz zaten hatıralarımızla yaşıyoruz bir şey kalmadı hayattan beklentimiz de yoktur.”
KOCAV’da her yıl düzenli olarak gerçekleştirilen Erol Güngör’ü Anma Programı’nı bu yıl Dr. Emin ışık ve Dr.Zekeriya Kökrek hocalarımız eşliğinde gerçekleştirdik. Programın sunucusu Esra Gültekin; “Erol Güngör’e özel bir program yapılmasının özel bir sebebi var. Çünkü KOCAV kurulduğu günden beri Erol Güngör fikirleri üzerine çalışmalarını inşa etmeye; onun fikirleri doğrultusunda yürümeye çalışıyor. Dolayısıyla Erol Güngör bizim için önemli. Batılıların “altın beyinli adam” dedikleri Erol Güngör’ü daha iyi anlamak ve onun açtığı yolu daha da genişleterek bir adımda öteye götürebilmek için çalışmalarımız devam ediyor. Erol Güngör’le alakalı olarak farklı yıllarda sempozyumlar makale yarışmaları ve ya fikri yönünü açıklamayı destekleyen çalışmalar yaptık fakat bu seneki anma programında Emin Işık hocamızdan hatıralarını dinlemek istedik.” diyerek mikrofonu Zekeriya Kökrek’e bıraktı.
Zekeriya Kökrek hocamız “Ben de KOCAV olarak Erol Güngör karşı bağlılığımız onu takdirlerimiz bir çizgi ve tarz olarak onun yolundan gidebilecek bir gençliğin ve dünyayı anlayacak kadroyu oluşturma çabası olarak görüyorum. Erol Hocam anlatılırken aynı tarzda aynı geleneğe gönül vermiş Emin Işık Hocam’dan dinlemeyi çok büyük bir ayrıcalık olarak görüyorum.” dedikten sonra sözü keyifli hatıralarıyla Erol Güngör’ü anlatmak üzere kürsüye değerli hocamız Dr. Emin Işık’ı çağırdı.
Emin Işık; “Sevda denilen şey yaşanan hatıralardır. Yahut yaşayan hatıralardır biz zaten hatıralarımızla yaşıyoruz bir şey kalmadı hayattan beklentimiz de yoktur.” diyerek hatıralarını aktarmaya başladı.
“O sıralarda Nurettin Topçu, Mehmet Genç Erol benim Soğan Ağa Camii’ne geliyorlar Cuma namazına. Eve gelince de demek ki benden bahsetmiş bir sokak arayla oturuyoruz bizim aşağıda da Kâtip Sinan Camii’nin yanında Kasap Abdullah vardı Egeli Abdullah’ın dükkânından ben et alıyorum orda bir hanım var o da et alıyor. Kasap; “Hocam, dedi. Tamam mı başka bir şey istiyor musun?” deyince o kadın “Aa yoksa sen Emin hoca mısın?” dedi. Ben de “evet” dedim “ben de, Erol’un annesiyim, Erol seni çok seviyor. Ne olur ona söyle cumaya gidiyor da namazlarının hepsini kılsın. Seni seviyor, ben söylüyorum ama dinlemiyor. Belki sen söylersen..” “İşte imamlık var ya üstümüzde. Sanki imamların sözü dinleniyor da elli senedir her şeyi söylüyoruz hiç biri dinlenemedi”. “Teyze” dedim sen Erol’a baskı yapma Erol’un içi bizden” dedim. O da gitmiş Erol’a “Senin nasıl arkadaşların var ya arkadaşların da senin gibi” demiş. Ben ona rica ettim sana bir şeyler söylesin diye oda Erol’un içi bizden dedi demiş.” Sonra beni görüyor kahvede “hoca sen anneme Erol’un dışı kâfir demişsin” Bende ona; “dışından bahsetmedim içinden bahsettim” dedim.
İki sene kadar Amerika’ya gitti Altın beyinli adam oradaki hocasının ifadesidir hocasının kitabına şuraya şu şeyi de ilave etmek gerekir demiş: hocada çok makul bulmuş Erol çok zekiydi çok hazır cevaptı çok nükteleri var.
Esas Töre dergisi çıktı. Erol orada bir makale yazdı, o dergide. Ziya Gökalp’in görüşlerini tenkit eden makale. Ben o makaleyi birçok kişiye okudum. Türkçüleri kızdıran bir makaleydi sen komünistlerle uğraşmak varken Ziya Gökalp’le niye uğraşıyorsun falan. Sonra da bana dedi “yahu bizimkiler de çok çekilmez insanlar Ziya Gökalp’i anlarım onlardan daha çok severim ama tespitlerinde yanlışlıklar var. Bozulmamış olan halk kültürümüz.” der yani sen şimdi dedelerimizi Ebussuud Efendi’den daha üstün gösteriyorsun Süleymaniye’yi nereye koyacaksın Selimiye’yi nereye koyacaksın? Ya senin muhteşem bir medeniyetin var sen her şeyi inkâr ediyorsun edebiyatını inkâr ediyorsun. Sazımız bağlamamız yok kavak kemane var, Itrı’yi, bütün bunları niye inkâr ediyorsun? Osmanlı ne yapmışsa hepsini bir kenara koyuyor sadece halk kültürü diyor.
Erol da bunu tenkit ediyor hatta bunu Mahir Bey’e okudum. Erol Bey’e mektup yazdı tebrik mektubu. İlk okuduğum Muzaffer Hocadır.
Küfür Mahalline Masruf Olmalı
O zamanlar Soğan Ağa Camii’nde imamlık yapıyorum, aynı zamanda talebeyim tabi. Yüksek İslam Enstitüsü, henüz ilahiyat fakültesi değil. Görüşüyoruz, konuşuyoruz. Yalnız Mehmet Genç. Keşke o olsaydı. Onla beraber konuşsaydık. En yakın arkadaşı oydu, kafa dengi. Benimle de kafa dengiydi ama ben Erol’a ayak uyduramazdım. Ama onların ikisi de üniversitede olduğu için, bir gün burada çatışma olmuş. Hamam var ya bu sokağın başında ilk çatışma. Türkiye tarihinde ilk çatışma. Mahir Çayanların falan ayarları. Oradan bir simitçi vurulmuştu. Sene 1972 veya 71 olabilir. Ben burada Süleymaniye Kütüphanesinde tez hazırlıyorum. Çıktım saat 5 gibi. Kitabı teslim ediyoruz. Çıkarken onlar da üniversiteden çıkıp da üniversiteye gelen sokağa, o arada karşılaştık. “Ooo Emin bu saatte sen ne yapıyorsun.” “Niye ne var” dedim. “Biraz önce burada çatışma oldu” dedi. Ben de bir küfür salladım. Vay şöyle böyle falan. “Ooo” dedi, “maşallah hoca” dedi. “Sen büyük adam olmuşsun” dedi. Hoca diyince hiç küfretmez zannediyordu. Ben daha yeni gelmişim yedek subaylıktan. Böyle küfre alışmışız. Tezi bitirmek için hızla çalışıyoruz. “Sende çok büyük telakki var.” dedi, niye dedim ya. Sen dedi, sövmezdin. “Maşallah şimdi güzelce sövüyorsun”. Şimdi ben de o zaman dedim ki: “küfür, mahalline masruf olursa, ibadet yerine geçer. Onun da üç tane şartı var yani. Birincisi abdestli olacaksın ikincisi hasbi olacak yani sana yapılan bir kötülükten dolayı değil dini ve milli bir tarafı olacak yani Allah rızası için söveceksin üçüncüsü de hedefine nişan alıp söveceksin öyle söveceksin yoksa küfre israf etmiş olursun yazık olur.” dedim.
Emin Hocamız ayrıca değerlere sahip çıkmak üzerine şu cümleleri söylemeden edemeyeceğini ifade etti ve ekledi:
“Yahya Kemal diyor ki bir kırık mezar taşımızı kırkı ipek bohça içinde saklanan sakalı şerif gibi saklayamazsak burada ne Müslümanlıktan en Türklükten eser kalır. Emaneti mukaddes gibi saklayacağız. Mahir bey konuşmuştu Bulgarlara satılan devlet arşivi üç vagon dolusu arşiv gitti. Ucuz fiyata, hurda fiyatına. Bu kitaplar kurtulmak için satılıyor, giderken arabacı türkü çağırıyor. Bir ferman Ali Rıza Hoca’nın üstüne düşmüş, bakıyor çok önemli bir vesika. Arabacıya koşup yetişiyor, dur oğlum bu çok önemli bir vesika nereye taşıyorsunuz, arabacı; haberin yok mu bunlar Bulgaristan’a satılıyor. Ali Rıza direkt postaneye gidiyor. Üç tane paşaya yıldırım telgrafı çekip bunun hemen durdurulmasını ister, neyse arşiv satışı durdurulur Bu ertesi gün gazetelere yansır. Ne ihanettir bu falan derler, bazıları da satılsaydı kurtulsaydık falan derler ve bu olay üzerine bir beyit yazılır:
“Bizden 2 3 yüz sene evvel uyananlar
Hâşâ uyuyanlardaki mahiyeti görsün
Efsanesi kaybolsa kıyameti koparanlar
Tarihini okkayla satan milleti görsün”
Mithat Cemal Kuntay