KOCAV Sohbetleri’nde, tüm dünyanın gündemini meşgul eden ve etmeye de devam edeceğinin sinyallerini veren Rusya–NATO rekabeti ve akabinde Rusya ile yaşanan Ukrayna savaşı,19 Şubat tarihindeele alındı. Konuğumuz Dr. Kürşad Güç idi. Uluslararası güvenlik, terörizm, Rusya, Avrasya ve etnik çalışmalar olmak üzere birçok alanda çalışmalar yürütmüş ve yürütmeye devam eden Dr. Güç, şu anda aktif olarak Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi’nde bilimsel ve akademik çalışmalarına devam etmektedir.
Rusya ve NATO Rekabeti
Dr. Güç, Rusya-Ukrayna hadisesinin tekil bir hadise olmadığını; arkasında tarihi, coğrafi ve jeopolitik birçok etken barındırdığını ifade ederek sohbete giriş yaptı. Bu sorunun bugün bu boyuta gelmesini iki ana eksende çerçeveleyen Dr. Güç, bu iki ana eksenden ilkinin son 30 yıldır Rusya ve Batı ilişkisindeki güvenlik anlamlandırması olduğunu ifade etti. İkinci ana eksenin ise soğuk savaş sonrası dünyanın geçirmiş olduğu toplu değişim ve dönüşüm ABD hegemonyası olarak anlamlandırılırken bu durumun 2000’lerden sonra Batı dışı dünya denilen dünyanın yükselmesiyle birlikte toplu bir evrime dönüşmüş olması olduğunu dile getirdi.
Dr. Güç, soğuk savaşın bitişini bir zafer olarak kabul eden Rusya’nın daha sonra dış ilişkilerinde Batı ile yakınlaşma politikasını denediğini, Batı’nın bir parçası olmaya çalıştığını belirtti. Aynı zamanda Dr. Güç, Rusya’nın kendi içinde yaşadığı bir Batılılaşma politikasına da değindi; bu Batılılaşmanın en çok sosyalist rejimden liberal kapitalist rejime geçişte göründüğünü ve serbest piyasa ekonomisini tecrübe etmeye başlayan mevcutbir Rusya’nın söz konusu olduğunu ifade etti. Ekonomi alanındaki bu değişimler dışında, tarihini, kimliğini, kültür ve siyasetini Batılı değerler üzerinden inşa etmeye çalışan bir Rusya olduğunu da ayrıca belirtti.Rusya’nın tüm bu Batılılaşma çabalarının başarısız olduğunun altını çizen Dr. Güç bu ekonomik dönüşümün Rusya’ya büyük bir sarsıntı yaşattığını ve Rus ekonomisinin 1990’larda 3. dünya ülkeleriyle anılacak kadar çöktüğünü akabinde ise 1998 ağustosunda Rusya’nın moratoryum ilan ederek iflasını açıkladığını söyledi.
Putin’in Felsefesi
Başarısız olanbu Batılılaşma hareketleri sonrasında dönemin CumhurbaşkanıBoris Yeltsin’in 31 Aralık 1999’da istifa ettiğini açıklaması üzerine, dönemin başbakanı Vladimir Putin’in 1 Ocak 2000’de cumhurbaşkanı olarak görev başına geçtiğini belirten Dr. Güç, Putin hakkında şu sözleri sarf etti:“Putin iktidara geldiğinde bir ideoloji ile iktidara gelmedi. Bana göre Putin’in bir ideolojisi de yok. Ama bir felsefesi var. O da şudur: Güçlü devlet felsefesi.”Bu felsefeye göre Putin’in Rusya’nın deneyimlediği tüm başarısızlıklar sonucunda zedelenen itibarını yeniden kazanmak için Batı karşıtı bir konumda olduğuna değindi. Rusya bu felsefe kapsamında önce iç düzenini, yani ekonomisini toparlamaya başlamış daha sonra da dış politikalarını düzenlemiş, himayesindeki cumhuriyetler üzerinde yeniden otorite sağlamış ve 2004’te de Çeçenistan sorununu çözmüştür.
NATO Tehdidi Karşısında Putin Rusya’sı
Dr. Güç, Rusya’nın soğuk savaş biterken Batı ile sözlü anlaşma yaptıklarını ve NATO’nunbir santimetredahi Rusya’ya doğru genişleme politikası gütmeyeceklerine söz verdiklerini belirttiğini ancak 1990’ların sonlarında Rusya’ya sınırı olan Letonya, Estonya, Litvanya gibi pek çok ülkenin NATO üyesi olması sonucu Rusya için bir güvenlik işgalinin söz konusu olduğunu ifade etti.“2007-8’ de Rusya ekonomisi toparlandıkça dış politikada daha güçlü söylemlerde bulundu ve bu durum Batı için yeni bir güvenlik algısı oluşturdu.Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğinin söz konusu olması da Rusya için büyük bir tehdittir.’’
Ayrıca Gürcistan’ın da NATO üyesi olmasıyla hali hazırda Karadeniz komşusu Türkiye’nin de NATO üyesi olması ve Ukrayna’nınüyeliğinin de gündeme gelmesiyle Rusya’nın Karadeniz’in bir NATO gölü olmasından korkmasına sebebiyet verdiğini belirtti.Tüm bu tehditler karşısında Rusya’nın NATO’ya ilk mesajını 2008’de Gürcistan’ı işgal ederek verdi.
Rusya dönemin Ukrayna Cumhurbaşkanı Yanukovic’e2013’debir taraf seçmesi yönünde baskı yaptı ve yaptırımlar uyguladı. Denge politikası uygulayanYanukovic’in Avrupa Birliği ile üyelik-ortaklık anlaşması yapacağı süreçten 1 hafta önce bu anlaşmadan geri çekildiğini açıkladı. Sonrasında ise Ukrayna halkı ayaklanarakcumhurbaşkanını devirdi. Böylece Ukrayna’da Batı rejiminin daha da aktif hale geldi.Bu durumda Rusya 2008’de Gürcistan’a yaptığından daha fazlasının Ukrayna’ya yapılması gerektiğini düşündü. Donbas Bölgesi olarakisimlendirilen Donetsk ve Luhansk bölgesindeki ayrılıkçıları destekleyerek özerkliklerini ilan etmelerini sağladı.
Donmuş Çatışma
Rusya’nın donmuş çatışmalar yarattığına değinen Dr. Güç, donmuş çatışmayı şöyle tanımladı:“Donmuş çatışmalar istediği zaman dondurup veya çözülüp istediği şekilde kullanabilen bir çatışma türüdür. Donmuş çatışmaların şöyle bir özelliği vardır; donmuş çatışmayı çıkaran ve daha sonra donduran aktör, ihtiyacı olduğunda bu donmuş halini ısıtarak yeniden çözer ve yeniden o çatışmaları kendi inisiyatifi doğrultusunda şekillendirir. Sovyet sonrası dönemde de Rusya’nın eski Sovyet coğrafyasında kullandığı en büyük araçlardan bir tanesi bu donmuş çatışmalar olmuştur. Örneğin Karabağ meselesinde de Rusya Karabağ meselesinin yaklaşık 30 yıl boyunca bir donmuş çatışmaya evirilmesine neden olmuştur. Gürcistan’da Osetya ve Abhazya, Orta Asya’daki devletlerarasındaki sınır meseleleri ve en sonunda da Donbass bölgesi bir donmuş çatışma olarak Rusya’nın işlevsel bir aparatı haline getirilmiştir.”
Rusya’nın Suriye’deki Sembolizm Eğilimi
Dr. Güç, Rusya’nın 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşına siyasi ve diplomatik olarak zaten destek verdiğini ancak askeri desteğini 30 Eylül 2015 tarihinde vermeye başladığını belirtti. Bugüne kadar gelen süreçte Suriye iç savaşının şekillenmesinde en büyük aktör olarak Rusya’yı görüyoruz. 30 Eylül müdahalesinin ardından Rusya’nın 7 Ekim 2015’te Hazar Denizi’ndeki savaş gemilerinden 26 tane füzesini Suriye’deki hedefine gönderip 11 adet mevziyi vurdu. Bu manevra ile Rusya’nın sembolizm eğilimini şu sözlerle izah etti: “Rusya, askeri kuvvet bağlamında Suriye üzerinde zaten bulunuyordu, ancak füzelerin ateşlendiği yer Hazar Denizi’dir. Rusya, bu hamlesini Suriye toprakları üzerinden bir uçak kaldırıp da gerçekleştirebilirdi. Fakat Putin’in en büyük amacı Suriye meselesi üzerinden Rusya’nın artık askeri teknoloji olarak dünyanın her yerinden herhangi bir yeri vurabileceğini ve buradan da netice alabileceğini göstermekti. Bu noktada son 5-6 yılı aslında Rusya’nın Batı’ya askeri güç anlamında meydan okumasının bir süreci olarak değerlendirebiliriz.” Bu sebepten dolayı Ukrayna meselesi, Rusya açısından soğuk savaş sonrası Rusya’nın kaybetmiş olduğu hem ulusal prestiji hem jeopolitik avantajı hem de bu bölgede askeri güvenliği yeniden temin etmesi bakımından önem taşımaktadır. Ukrayna’nın Rusya için ciddi bir tampon devlettir. Ukrayna’nın son 8 yıldır Batı’yla sürekli olan yakınlaşmaları ve NATO’ya dâhil olma süreçleri Rusya’yı tedirgin etmiş; NATO silahlı kuvvetlerinin Rusya sınırında var olması güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır.
“Dünya Sahnesine Yeni Güçlerin Çıktı”
Dr. Güç, günümüzdeki sahnenin yaşanmasına sebep olan ikinci hadisenin ise soğuk savaş sonrası dönemde “küreselleşme” diye adlandırılan güç değişimi ve dönüşümü sürecinde karşı kaldığımız durumlar olduğunu söyledi. Modern dünya siyasetinin son iki yüzyılda Batı kolektif iradesi tarafından hegemonize edildiğini söyleyen Dr. Güç, 2000’lerden itibaren dünya sahnesine Batı sistemlerinin dışında olan, tarihi anlamda da bu Batı hegemonyasının hedefi olan coğrafyalarda Çin, Hindistan, Brezilya; Putin ile beraber Rusya, Endonezya, Nijerya, Körfez ülkeleri, Peru, Türkiye gibi yeni güç merkezlerinin temerküz ettiğini sözlerine ekledi. Bu süreçte Batı’nın gücü bir meydan okumayla karşı karşıya kaldı. Dr. Güç, statistiklerden elde edilen sonuçlardan hareketle sözlerine şu açıklamalarıyla devam etti: “İstatistiklerden görüyoruz ki örneğin G7 devletlerinden oluşan devlet grubunda ABD, Kanada, İngiltere, İtalya, Almanya, Fransa ve Japonya yer alıyor. Bu G7 devletlerinin karşısında da E7, yani ‘Yükselen 7’ şeklinde tabir edilen Rusya,Hindistan, Çin, Brezilya, Meksika, Endonezya, Türkiye gibi Batı siyasal sisteminin dışında bulunan devletler bulunmaktadır. G7’nin 1991 yılındaki ekonomik büyüklüğü, E7 diye tabir ettiğimiz ülkelerin ekonomik büyüklüğünün toplamının iki katıydı. 2014-2015’e geldiğimizde bu durum eşitlendi. Gelecek projeksiyonları bize gösteriyor ki 2040 yılına gelindiğinde E7’nin ekonomik büyüklüğü G7’nin ekonomik büyüklüğünün iki katı olacaktır. Dolayısıyla son otuz yılla önümüzdeki yirmi yıllık periyodu ele aldığımızda dünyadaki ekonomik güç, soğuk savaş sonrası dönemde gözle görülür ve dikkat çekici bir biçimde Batı dışına doğru kaymaya başlamıştır ve ekonomik güç kaydıkça beraberinde askeri ve siyasi güç de arkasından gelmektedir.” Bundan dolayı Batı’nın dışında kalan birçok bölgesel aktörün, ABD başta olmak üzere Batı’nın küresel sisteme yönelik olarak hegemonize edici tavrından rahatsızdır; Rusya da bu aktörlerden birisidir. Ukrayna’nın da bu bakımdan tarihî, kültürel, dini, coğrafi ve Karadeniz güvenliği bağlamında düşünüldüğünde Rusya için en sıkışık bölge olduğunu belirten Dr. Kürşad Güç, son olarak Putin’in kaygısının da Ukrayna düştüğü takdirde sıranın Moskova’ya gelecek olması olduğunu ifade ederek sözlerini sonlandırdı.