Alman Eğitim Sistemi ve Türk Çocukları
KOCAV, salgının olumsuz taraflarını da bir nebze azaltarak gönül bağı kurduğu hocalarıyla ve dinleyicileriyle çevrimiçi ortamlarda bir araya gelmeye devam ediyor. Bu kapsamda gerçekleştirilen KOCAV Sohbetleri serisinin Şubat ayı 4. etkinliği “Yurt Dışında Yaşayan Türk Çocuklarının Eğitimi’’ başlığı altında Yükseköğretim ve Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürü Prof. Dr. Cemal Yıldız tarafından gerçekleştirildi.
İşçi göçünün 60. yılı sebebiyle örneklem olarak seçilen Almanya’daki Türkler, ağırlıklı olarak sohbetin konusu oldu. Prof. Dr. Yıldız, yurtdışındaki Türk çocukları ile oradaki eğitim olgusunun nedenini ve önemini anlatan bir girizgâh yaptıktan sonra kendi hayat hikâyesiyle ilişkili olan bu konuyu ayrıntılı bir biçimde değerlendirmeye sundu. Gençlik dönemini Almanya’da geçiren Prof. Dr. Yıldız, bu konunun 2000 yılından beri ilgilendiği ve üzerine araştırmalar yaptığı bir konu olduğunu da belirtti.
Yurtdışına Öğrenci Gönderilmesinin Tarihçesi
Prof. Dr. Yıldız yurtdışına öğrenci gönderilmesinin tarihçesini anlatarak sohbetine başladı. “Osmanlı Dönemi’ne kadar uzanan öğrenci gönderimine 2. Mahmut Dönemi’nden itibaren başlanmıştır. Aynı zamanda 1929’da Cumhuriyet ile birlikte Atatürk’ün çıkarmış olduğu 1416 sayılı kanunla öğrencilerin yurtdışına gönderimi desteklenmiştir. 1960’larda yaşanan kitlesel göçlerle bu sayının özellikle Avrupa için artmıştır.”
İlk defa 1980 yılında Yurtdışı İşçi Çocukları Eğitim Öğretim Genel Müdürlüğü aıyla bir temsil kurumu kurulmuştur. Bu kurum, 2014 yılında Yükseköğretim ve Yurtdışı Eğitim Genel Müdürlüğü ile Avrupa Birliği ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü olarak ikiye ayrılarak çalışmalarını daha kapsamlı hale getirmiştir.
“Göçmenlerin Sosyoekonomik Yapısı Çocuklarının Eğitim Seviyesini Etkilemektedir”
Prof. Dr. Yıldız, Alman eğitim sisteminin “kindergarten” denilen yuvalarla başladığını sonrasında ilkokul, ortaokul ve lise olarak devam ettiğini söyledi. Ayrıca ortaokulun, üç ayrı okul türü olduğunu ve bunlarınHauptschule, realschule ve gymnasium olarak ayrıldığını bu okul türlerinin genel de anlamda kötü, orta ve iyi olarak sınıflandırıldığını söyledi. Kötü bir eğitime sahip olan Hauptschule okullarının ise Türk çocuklarının en çok gittiği okul olduğunu belirtti. Bu bilgileri istatistiksel verilerle destekleyen, görsel bir anlatımla sunan Prof. Dr. Yıldız, “Türk çocuklarının kötü eğitim alma sebeplerinden biri iyi eğitimli okullarda yabancı öğrencilere karşı bir önyargının olduğunun bilinmesidir. Bir diğer sebep ise göçmen ebeveynlerin, çocuklarının eğitimine yeterli önemi vermemesidir.” Son olarak eleyici eğitim sistemi karşısında öğrencinin başarısız olduğunu vurguladı.
Prof. Dr. Yıldız, analizlerine şu sözlerle devam etti: “Göçmenlerin sosyoekonomik seviyesi toplumun en alt tabakasından olduğu için bu durum çocukların aldığı eğitim seviyesini de doğrudan etkilemektedir.”
“Göçmen Kimliği Geri Planda Kalınmasına Neden Olabiliyor”
Sohbetinde yaygın ifadelerin doğruluğuna da değinen Prof. Dr. Yıldız, Türk çocuklarının iyi okullarda okumasının engellenmesiyle ilgili yayılan şehir efsanesiyle ilgili olarak bu ifadelerin net bir şekilde doğru olmadığını ama tüm dünyada bu gibi örneklerin olduğunu ifade etti.
Göçmen statüsünde bulunmanın yalnızca eğitim hayatında değil iş hayatında da geri planda kalmaya yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Yıldız, konuya dair iş başvurusu örneğini verdi. Dillerin canlı organizmalar olduğunu, başka dillerden etkilendiklerini belirtti. Avrupa’daki Türklerin Türkçelerinin telaffuz, kelime kullanımı, cümle yapısı bakımından Türkiye Türkçesine göre farklılıklarının bulunduğunu vurguladı. “Türk, bir işe başvurduğunda her zaman göçmen kimliğinden dolayı ikinci planda kalıyor. Örneğin aynı özelliklerde, aynı üniversiteden mezun iki kişiden biri Alman biri Türk ise Alman öncelikli oluyor.”
Almanya’da Türkçe ve Türk Kültürü Dersi
Prof. Dr. Yıldız, aileler ve sivil toplum kuruluşları sayesinde Türkçe ve Türk Kültürü ile tanışan çocukların, okulda Türk öğretmenler tarafından ilkokul 1. sınıftan 8. sınıfa kadar ders aldıklarını açıkladı.Bu derslerin tanıtımının önemini vurgulayan Prof. Dr. Yıldız, bilinçsiz ailelerin dersi lüzumsuz bulmasından veya okul idarelerinin çeşitli gerekçeler göstererek derslik açılmasına izin vermemesinden dolayı Almanya’daki Türk öğrencilerinin Türkçe ve Türk Kültürü derslerine katılım oranının %15-20 civarında olduğunu belirtti.
Dil Kaybı ve İki Dillilik
Almanya’daki Türk ailelerin bir kısmının kendi içlerinde Türkçe konuşmaktan uzaklaşmalarından mütevellit, Türk çocuklarının dilinin bundan etkilendiğini belirten Prof. Dr. Yıldız, bu durumun dil kaybına sebebi olduğunu söyledi. Aynı zamanda bu durumun dilin canlı bir olgu olması dolayısıyla dilde değişiklikleri de beraberinde getirdiğini şu örnekle anlattı: “Kinder, Almanca’da çocuklar demektir, Türkler bu kelimeyi ‘kinderlar’ olarak kullanarak dilde değişimlere sebep olmaktadırlar.”
Bilinçsiz ailelerin etkisiyle oluşan dil kaybının yanı sıra, bilinçli ailelerde iki dilliliğin başarılı bir şekilde aktif olduğunu görmenin de mümkün olduğunu izah etti.
Avrupa Türkçesi mi Oluşuyor?
Sohbetin devamında dillerin etkileşim süreçlerinde Avrupa’da yeni bir Türkçe ağzı oluşabileceğinden bahsedildi. Prof. Dr. Yıldız, dillerin canlı organizmalar olduğunu, başka dillerden etkilendiğini ve başka dilleri de etkilediğini söyledi. Avrupa’daki Türklerin Türkçesinde telaffuz, kelime kullanımı, cümle yapısı bazında Türkiye Türkçesine göre farklılıklar bulunduğunu belirterek bu öngörü gerçekleşirse oluşması muhtemel yeni ağzın Türkçe’nin mevcut ağızlarına eklenebileceğini vurgulayarak sohbetini sonlandırdı.
Hazırlayan
Gülceren KÖKCE
Beyzanur KANDEMİR