Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar post sahipliğini üstlendiği gece de tasavvuf anlayışının öneminden bahsetti. Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar sohbetine dedesi ile olan hatıralarını anlatarak başladı: “Abdülbaki Gölpınarlı’nın Melâmîlik ve Melâmîler kitabına 1931’li yıllarda dedem sayesinde rastladım. Dedem, Mevlana kitabını almamı istemişti, aldıktan sonra beraber okumaya başladık. 0-6 yaş grubu çocuklar için Mevlana eserini okumak önemlidir. Anlamasa da onları duymak ileride çocukta büyük etki oluşturacaktır. Çocuklar, tasavvufi sohbetlerde bulundurulmalıdır; öğrenmeseler bile ileride çocukların hatırlayacaklarını bilmelidir. Büyük bahtiyarlıktır çocuklara küçük yaşta bunların kazandırılması. Dedem, İstanbul Darülfünun mezunuydu ve Rika yazısı yazabiliyordu. Vefatının ardından dedemin vasiyet evrakına rastlanıyor. Vasiyette kitaplarını torunu Ahmet Güner Sayar’a bıraktığını yazıyor. Ben bundan sonra dedemi tanımaya ve onu sokakta aramaya başladım. Babam biliyordu tabi ama o bir şairdir, bohemdir. Beyoğlu’nun hayatı vardır onda. Yozgat’ta İleri gazetesinde anıları çıkıyor dedemin ve yine Melâmilik ve Melâmiler kitabına rastlıyorum. Başka dünyaya kapılar açılmaya başlıyor. Nizamettin Nefes yeğenidir dedemin ve Yozgat’ın Nefes ilçesindendir. Dedemi ona sormaya başlıyorum. O da bana ‘Ben de senin büyümeni bekliyordum.’ diyor ve dedemi anlatmaya başlıyor. Dedem için, o kitabı çok sevdiğini söylüyor. M. Fuat Köprülü, Gölpınarlı’ya Melamilik hakkında tez yaptırıyor.
Daha sonra sahaflarda bulunurken Abdülbaki Gölpınarlı’ya rastlıyorum ve yanına gidiyorum. Dedemin ismini verip ‘Yusuf ’un torunuyum.’ diyorum. Gölpınarlı ‘Neredeydiniz?’ diyerek karşılık veriyor. Hocaya ‘Dedem sizin için aynaya benzer ama tozludur, silmek lazım.” demişti diyorum. Gölpınarlı’yı derin bir bakışa gark ediyor bu sözler ve beni Üsküdar’daki evine davet ediyor. Daha önce Gölpınarlı’nın kendi evlerinde kaldığını da annemden öğreniyorum. Gölpınarlı’nın evine gittiğimde soruyorum bunu. Gölpınarlı bana ‘Ahmet Can’ diye hitap ediyor ve anlatmaya başlıyor. Dedemi tanıdığını ve dedemin bir şeyhe intisap ettiğini söylüyor. Buradan dedemin ehli tarik olduğunu öğreniyorum. Anlatılana göre dedem, üniversitede hukuk okurken üç arkadaşı ile birlikte şeyhe intisap etmeye karar veriyor fakat şeyhten bir keramet bekliyorlar. İstanbul’daki bütün tekkeleri geziyorlar, hiç birine gönülleri bağlanmıyor. Seyyid Abdülkadir Murat Buharî’nin bulunduğu tekkeye giriyorlar ve oradan ‘Sizin nasibiniz Ahmet Âmiş Efendi’de’ diye karşılık alıyorlar. Fatih türbesine gidiyorlar. Piri, orada Kur’an-ı Kerim okurken görüyorlar ve onu dinliyorlar. Bittikten sonra Efendi hazretleri ‘Hâsıl olan sevap buradakilerin olsun; onları kabul ettim’ diyor.
Abdülbaki Gölpınarlı’ya tekrardan evlerine gelebilir miyim diye sorduğumda ‘tabi ki Ahmet Can, her zaman gelebilirsin, burası senin de yerin diyor.’ ve geldiğimde hep sorularımı sorup cevaplarını bulmaya başlıyorum.” Görpınarlı’nın çabuk kızan bir mizaca sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, kızdıkları arkadaşlarının bulunduğu fotoğraflarda o arkadaşlarının yerlerini kestiğini söyledi. “Çok çalışkan fakat insan olarak geçinmesi zor biriydi. Vefatını duyurmadı, çok az kişi cenazesine geldi. Vakit iyice ilerleyince: “Bu toprakların bekası için tasavvuf gençlere duyurulmalıdır. Ravî zinciri önemlidir, bu zinciri koparmamak lazım. Tasavvuftan uzaklaşınca menkıbelere düşülüyor ve hadisler de bozulunca ayrılıklar oluşuyor. Melâmilik ile ekonomi anlayışının bittiğini söylüyorlar ama bu doğru değildir. Batınî tasavvufun oluşması nedeniyle bunlar gerçekleşti. Ama batınî anlayıştan çıkartıldığı zaman ekonomiyi yitirmenin aksine geliştirdiğini anlayacağız.” Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar bu sözleri ile sohbetini sonlandırdı.