25 Ocak 2025

Rengahenk Dergisi 63. Sayı Çıktı!

İstanbul’da Bir Soluk, Hafızada Bir İz İstanbul’un tenha sokaklarındaki harabe evlerin sirayetine uğrar insan bazen. Bazen de Süleymaniye’nin asırlara meydan okuyan dirayetinden güç alır. Bu şehrin bozuk kaldırımları apansız adımlara gebedir. Bu şehir alabildiğine yüksek yedi tepedir. Kalabalığın katlanılamaz uğultusu işgal eder kulaklarını Taksim’de. Sükutun verdiği huzura müptelalar da Hacı Arif Bey’de yer bulur kendine. Efendim uzar da gider İstanbul’u anlatmak, öyle ya edebiyatta bile ne öveni ne yereni biter. Ancak İstanbul tam da böyle bir şehirdir işte. Zordur İstanbul’da yaşamak, ne cayabilirsin ne de yar olabilirsin bu şehre. Gamdır İstanbul’da yaşamak, ne gülebilirsin ne ağlayabilirsin her yer çehre. Demdir İstanbul’da yaşamak, ne pişebilirsin ne çiğ bırakır o bakırdan hazne. Ben’dir İstanbul’da yaşamak, ne yaşamın kıymeti ne ölüm korkusu var sanemden bu sine. Düşkünlerin şehri olduğu kadar mağrurların da şehri. Küskünlerin şehri olduğu kadar arsızların da şehri. Varlıkta varlık hali, yokluğa şükür de yoksuzluk vaki, zengini hakir gören zenginin şehri. Bilseler Karacaahmet mülkün temeli. Kuzguncuk merdivenlerine satırlarım dökülsün, kepçe kazan devrilsin o gün bugündür, Satırlarımla bu kez İstanbul övülsün. İstanbul’da her vakit geceden gündür…

Yusuf Ekrem ÇELEBİ

Yaşam koşturmacasında yanından geçerken nefes aldığımız ya da durup soluklandığımız bütün mekânlar belleğimizde bir işaret bırakıyor. Kimi zaman yüzümüze inceden bir tebessüm yayılıyor kimi zaman da kimliksiz düşünceler, ifademize sırlı bir tül çekiyor. Bedenimiz mekânı adımlarken, bilmem kaç zaman evvel en yakınlarımızın kahkahaları çınlıyor önce kulaklarımızda. Eşyanın hikmeti, cansız görüntüyü gözümüzde canlı kılıveriyor; hikmette böyle teselli bulunca, işte o an tebessüm ediyoruz. Fakat bu yeri adımlayamayacak kadar uzaktayken de mekânların zihnimize ansızın hücum ettiği oluyor sevgili okur. Mesafe bizi mekân ile ayırdığında, tanıdık kahkahalar kulağımıza erişemediği gibi; teselli olacak bir hikmeti de hemen bulamıyoruz. Bir vakitler o yerde demlenmiş olan muhabbet, ılık ılık gönlümüze damlarken kendimizi maziyi düşünürken buluyoruz. İfademize o sırlı tül de işte bu zamanlarda iniyor; özlemimiz, ânımızı işte bu zamanlarda boğuyor. Fakat bizler, mekândan uzaktayken hikmeti kalemde arıyor; muhabbetten mahrumken teselliyi kelâmda buluyoruz sevgili okur. Mekânı ruhumuzla adımlıyor, gözden ıraklığı gönülden ıraklığa mesul tutmuyoruz. Zihnimize örtülen tülün sırrı kalemin hikmetiyle dağılırken; bizler muhabbetimizi bu satırlarda demliyoruz…

Beyzanur KANDEMİR