“Kısmilik hiçbir zaman tam anlamıyla giderilememiştir. Kuşkusuz bu, Türkiye’nin demokrasisinin tam anlamıyla yaşandığı bir ülke olmadığı anlamına gelecektir…Bu bünyesel bir zaaftır. Bunun sağlanması, Türkiye’nin bütün altyapıları ile birlikte tam anlamıyla modern bir sanayi toplumu olmasına bağlıdır: Ne’kka sanayi, o’kka demokrasi!” (Durmuş Hocaoğlu–Laisizm’den Milli Sekülerizm’e, s. 368)
“Biliyorum, beni okuyanlar pek azdır. Bazen düşünürüm, yazmayı bıraksam mı diye, sonra fikir namusu için yazmaya devam ederim. Okuyan olmasa da yazacağım.”
Durmuş HOCAOĞLU
KOCAV ailesinin değerli mütefekkirlerinden, ilim aşkı ile yanıp tutuşan merhum Durmuş Hocaoğlu, Türk düşünce ve kültür dünyasına sağlamış olduğu katkılarıyla hafızalarımızda silinmeyecek bir yer edinmiştir. KOCAV çınarının tohumlarını saçan önder isimlerden birisi olmuştur. Türk dünyasının entelektüelliğini, kavram inşasını ve felsefi bakış açısını layıkıyla bizlere aktararak bizler için fikir adamı olarak kalmamış aynı zamanda gönül adamı olmuştur. Kitapları, makaleleri, dersleri, öğrencileri ve hoş sohbetiyle ilme duyduğu aşkı aktarmıştır.
Erken yaşta beklenmeyen ani bir veda ile takvimler 23 Ekim 2010 tarihini gösterdiğinde aramızdan ayrılması hepimizi derin bir hüzne boğmuştur. Hocaoğlu’nun fikirleri ve birikimleri KOCAV çatısı altında paylaşılmaya devam etmektedir. Kıymetli hocamızı, KOCAV’da gerçekleştirdiği dolu dolu sohbetleriyle ve miras olarak bıraktığı aydın fikirleriyle hatırlamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz.
Durmuş Hocaoğlu’na Yakından Bakış
Durmuş Hocaoğlu, 1948 yılında Bayburt’ta dünyaya gelmiştir. Dedesi, Bayburt medreselerinin son müderrisi Hacı Hasan Efendi’dir. Babası Mehmet Hocaoğlu’nun Ermeni ve Rum meseleleri hakkında iki önemli eseri, dört halife dönemini anlatan çalışmaları bulunmaktadır. İlk ve orta öğretimini Bayburt’ta tamamladıktan sonra lise eğitimi için İstanbul’a gelmiş, Kabataş Erkek Lisesi’nden mezun olmuştur. Lisedeyken tarihe merak duyduğunu belirten Hocaoğlu, babasının da isteği üzerine İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünde eğitim görmüştür. 1974 yılında üniversite eğitimini tamamlar. 1974–1982 yılları arasında kamuda ve özel sektörde elektrik mühendisi olarak görev yapan Hocaoğlu, mesleğini terk ederek Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Fizik Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak akademik hayatına başlar. Fizik bölümünü doktora tez aşamasındayken bırakan Hocaoğlu, akabinde felsefe alanına yönelip Felsefe Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora yapmıştır.
Fikrî dünyasını gelecek nesillere aktarmak adına felsefe bölümüne yönelen Hocaoğlu, İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde Prof. Dr. Mermi Uygur danışmanlığında “Dercartes’in Fizik Anlayışı” adlı yüksek lisans tezini 1983 yılında bitirmiştir. 1986 yılında Marmara Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü’nde Doç. Dr. Edip Büyükkoca danışmanlığında ise “Tekil Lineer Sistemleri İçin Geliştirilen Bir Transformasyonun Yorumu Üzerine” başlıklı tezi ile Fizik Bölümü’nde yarıda kalan yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Ardından İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde başladığı doktora eğitimini “Türk-İslam Düşünce Tarihinde ve Modern Fizik’de Kozmos” başlıklı teziyle tamamlayıp doktor unvanını almıştır. Fizik alanında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde başladığı doktora çalışmasını ise tez aşamasında bırakmıştır.
Marmara Üniversitesi Fen–Edebiyat Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak uzun yıllar görev yapan merhum Hocaoğlu, âlim bir kişiliğin timsali olarak geniş bilgi yelpazesini birçok alanda kullanmıştır. Hocaoğlu’nun akademik çalışma kariyerinin ana çalışma alanları arasında fizik felsefesi, bilim felsefesi, tarih ve siyaset felsefesi yer almaktadır.
Hocaoğlu, birçok dergi ve gazetede yazar olarak memleket meseleleri ve çalışma alanları hakkında birçok yazı yazmış; bilim ve felsefesi, tarih felsefesi, siyaset felsefesi, milliyetçilik, din ve laiklik gibi pek çok konuda makale kaleme almıştır.
Hocaoğlu’nun Mirası
Geçirdiği kalp krizi sonucunda Hakk’a yürüyen Durmuş Hocaoğlu, 23 Ekim 2010’da Karacaahmet’teki aile kabristanına defnedilmiştir. İlim insanı Hocaoğlu, kitapları, bini aşkın dergi ve gazete yazısıyla engin bilgi birikimlerini ve düşüncelerini gelecek nesillere miras olarak bırakmıştır.
Durmuş Hocaoğlu’nun Laisizm’den Milli Sekülerizm’e, Devletçilik Bumerangı ve Düşük Şiddetli Devrim(Bir Entelijansiya Kritiği) olmak üzere üç kitabı bulunmaktadır. Kıymetli hocamız Durmuş Hocaoğlu’nun bize bıraktığı bu mirasları Kültür Ocağı Vakfı olarak yaşatmaya devam etmekteyiz. Hocaoğlu’nun kapsamlı bilgilerini inceleyen ve yayımlayan KOCAV Yayıncılık, kıymetli hocamızın engin bilgilerini daha geniş kapsamda ele almak adına oluşturduğu Durmuş Hocaoğlu Serisi’ni genişletmeye devam etmektedir.
Durmuş Hocaoğlu’nun Ardından…
İlmi Derinlikle Sohbet Kültürünü Meczetmiş Bir Yetenek
“Merhum Durmuş ağabey kendisine doyamadan genç yaşta kaybettiğimiz çok değerli bir mütefekkirimizdir. Üstelik bu kayıp sadece KOCAV’ın değil aynı zamanda Türk fikir ve düşünce hayatının da en büyük kayıplarından biridir.
Durmuş Hocaoğlu denilince akla 4 şey gelir: Bilgiye açlık, fikri derinlik, sohbet kültürü ve cesaret.Durmuş ağabeyin ilme ve bilgiye açlığı oburluk düzeyindeydi. Araştırmaya ve öğrenmeye asla doymazdı. Bu açlık o kadar şiddetliydi ki çalışmasına gündüzler yetmez, sabahlara kadar çalışır, sabah namazını kılar ve 1-2 saatlik uykuyla hocalık görevini yapmak üzere üniversiteye giderdi. Gece çalışma alışkanlığı hayat tarzı haline gelmişti. Bu sebeple ‘Akademisyenlerin/ilim insanlarının eşleri, kocaları ve/veya hanımları ölmeden dul kalırlar.’ der devamında ‘bütün ailelerde uyku vakti geldiğinde karı-koca yatmaya giderken, akademisyenler ve ilim insanları eşlerini yatmaya gönderir, kendileri çalışma odalarının yolunu tutar.’Sözlerini eklerdi. Hemen ifade edelim ki bu söylediğini kendisi harfiyen yapardı.
Malumatfuruşluk diyebileceğimiz malumata dayalı sığ bilgi Durmuş ağabeyin sevmediği konuların başında gelirdi. Kendisi ihtisaslaşmaya son derece önem verdiğinden her konuda bilgisi olanlarla yıldızı barışmazdı. Kendisi her konuyu kavramsallaştırarak tarihi, etimolojik ve felsefi köklerine inecek kadar derinlemesine incelerdi. Konunun bütün otoritelerinin görüşlerini bilir ancak mutlaka kendine ait bir görüşü olurdu.
Bilindiği gibi Türk kültür hayatında sohbet kültürü çok önemli bir yer tutar. Maalesef son zamanlarda bu kültürün temsilcilerinin sayısı kalmadı veya çok azaldı. Bu kültürün en önemli temsilcilerinden ikisi KOCAV çatısı altında yer almış merhum Mehmed Niyazi ve Durmuş Hocaoğlu idi. Gerçekten de Durmuş ağabeyin çok hoş ve akıcı bir sohbet yeteneği vardı. Dinleyeni mıknatıs gibi, kelebeği etrafında toplayan ışık gibi çekerdi. KOCAV çatısı altında verdiği dersler ve konferanslarda salon hıncahınç dolardı. Yetmez, teneffüs aralarında öğrenciler yine başından ayrılmaz, hatta hoca odasının veya tuvaletin kapısına kadar kendisine eşlik ederlerdi. Ancak burada bir hususun altını çizmekte de yarar var. Genelde sohbet ehli bilimsel derinliğe sahip olmadan sınırlı birikimlerini hoş ve akıcı üsluplarıyla dinleyiciye aktarırlar ancak Durmuş ağabey ilmi derinlikle sohbet kültürünü meczetmiş bir yetenekti.
Durmuş ağabeyin bir diğer özelliği de oldukça cesur olmasıydı. Bunun kaynağı da beklentisiz ve hesapsız olmasıydı. Kim incinir, kim gücenir, hangi menfaatimden olurum kaygısı gütmeden doğru bildiğini her zaman her yerde ve her zeminde söylerdi. 28 Şubat sürecinin karşısında da dimdik durdu, Avrupa Birliği savunuculuğunun fırtına gibi estiği dönemde bu sürece de bağımsızlığımız adına her zeminde karşı çıktı. Yanlışlıklar karşısında susmaz, Don Kişot durumuna düşmektenkorkmazdı.
Onu çok özlüyoruz. İlim namusunun yerlerde süründüğü günümüzde Durmuş ağabey ve onun gibi birikimini ve ilmini, başta siyaset ve ticaret olmak üzere hiçbir şeye satmayacak mütefekkir ve kalemlere o kadar çok ihtiyaç var ki.Mekânıcennet olsun.”
Av. Dr. Ali ÜREY (KOCAV Başkanı)
Tanıdığım Hocaoğlu
“Devrinde herkesin sivri dilinden korktuğu, diline düşmemek için kendisiyle dost geçinmeye çalıştığı şair Nef’î bir beytinde der ki:
‘Akla mağrûr olma Eflâtûn-ı vakt olsan eger
Bir edîb-i kâmili gördükde tıfl-ı mektep ol’
Günümüz Türkçesiyle şöyle ifade edilebilir: ‘Zamanının Eflatun’u olacak kadar bilgili olsan da kamil bir insanla karşılaştığında (hemen okul öğrencisi gibi) onun talebesi ol.’ Benim tanıdığım Durmuş Hocaoğlu da böyle biriydi. Kimden ne alması gerekirse onu almaya çalışırdı. Oysa kendisi ömrünü okumaya adamış çevresinden hatta bilgi aldığı insanların çoğundan daha donanımlıydı.
Hocaoğlu, akademik unvanlara değer vermeyen, araştırmalarını onları elde etmek için yapmayan bir akademisyendi. Ülkenin içinde bulunduğu duruma üzülür, o meseleler için araştırma yapardı. Kanaatimce onu diğer akademisyenlerden ayıran en önemli özellik de bu yönüydü. ‘Akademisyen olmak, aynı zamanda aydın olmak demektir, aydın bir akademisyen ise alanının dışında ülke meselelerine duyarlı ve onlar için de araştırma yapan insandır’ derdi. Bu konuda bizleri daima yönlendirmeye çalışırdı.
Sabahları sık sık fakültenin girişinde karşılaşırdık. Çoğu zaman uykusuzluktan gözleri kanlanmış, göz torbaları sarkmış, benzi sararmış olurdu.
- Hocam yine mi sabahladınız, yapmayın böyle! Dediğimde,
- Editörüm! Bu gece üç okkalı makale indirdim.
gibi uykusuzluğunun sebebini söyler, o yorgunluğa rağmen yaptığı işin hazzıyla solgun gözlerinin içi gülerdi. -O zamanlar internet yavaş olduğu için bir makaleyi indirmek uzun süre internet başında beklemeyi gerektirirdi- Hemen ardından birini sana ve arkadaşlara göndereceğim diye ilave ederdi. Her hafta bana ve arkadaşlara bir makale gönderir onları “irsaliye” başlığıyla numaralandırırdı. Bize kaç yüz irsaliye göndermiştir bilemiyorum. Kendisi okuyup araştırdığı gibi çevresini de okutmaya çalışırdı. Bu makalelerin hepsini okumakta zorlanırdık ama o onları bulup, yabancı dilde olanları tercüme edip bize göndermekten hiçbir zaman yorulmadı.
Akademisyenlerin alanlarında akademik çalışma yapmanın yanında benim kanaatime göre üç görevi daha vardır. Bunlardan birincisi öğrenci yetiştirmesidir, ikincisi alanlarıyla ilgili çalışmalarını alan dışında kalan diğer insanlarla onların anlayabileceği seviyeye getirerek paylaşması, üçüncüsü ise memleket meselelerine duyarlı olması ve onlarla ilgili de çalışma yapmasıdır. Durmuş Hoca bu görevlerin hepsini de fazlasıyla yaptı. Bir yandan akademik araştırmalarını yürüttü, dersler verdi, öğrenci yetiştirdi; diğer yandan çarpık şehirleşme, Avrupa Birliği, PKK ve terörist örgütler, Ortadoğu, İsrail, Kuzey Irak vb. konular üzerinde araştırmalar yaptı, yazılar yazdı, konferanslar verdi. Onun öngördüklerinin çoğunun gerçekleştiğinin şahidiyim. Zira o, ekran gezgini yorumcular gibi önce söyleyip sonra düşünenlerden değil; önce araştıran, sonra düşünen ve sonunda bir kanaate varmışsa söyleyenlerdendi. Bir defasında televizyon kanallarını kastederek ‘Beni konuşturmamaları ağırıma gitmiyor ama hainleri konuşturuyorlar ve bu millete dinlettiriyorlar ya en çok bu ağırıma gidiyor.’ demişti. Onun vefatından sonra Ziya Paşa’nın şu beytine rastladım. Ziya Paşa da yıllar önce aynı dertten söylenmiş:
‘Hak söyleyen evvel dahi menfûr idi gerçi
Hâinlere ammâ ki riâyet yeni çıktı’
“Gerçi doğruyu söyleyenler önceleri de nefretle karşılanırmış ama hainlere uymak da yeni çıktı.”
Onun akademik olarak iki alanda çalışmaları vardı: Fizik ve felsefe. Bu sebeple Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm başkanlığını yürüttüğüm bir sırada kendisinden ‘Dil Felsefesi’ dersi vermesini talep etmiştim. Onun bu konu üzerindeki derin bilgisini biliyordum.
- Ben böyle bir ders vermekten memnun olurum ama öğrenciler memnun olur mu, emin değilim, demişti.
Herkes için iyi olacağını söyleyerek dersi başlattım. Dönem sonunda öğrencilerle konuştuğumda hocayı zevkle dinlediklerini ama anlamakta zorlandıklarını ve hocanın istediklerini yerine getiremediklerini söylemişlerdi. Yıllar sonra o dersi alan öğrencilerden biriyle karşılaştım. Öğrenci acı bir itirafta bulundu: ‘Biz hocanın ve dersin kıymetini bilemedik, hoca tefekküre dayalı çok orijinal şeyler söylemişti, ben onlara hiçbir yerde rastlamadım, hoca şimdi tekrar o dersi yapsa da katılsak’demişti. İnsanoğlu çok garip, beraberken kıymetini bilmiyor, ayrılınca arıyor ama giden geri gelmiyor.
Hocaoğlu, öyle bir ömür geçirdi ki ülke meselelerinin derdi altında hep inledi, bu sebeple ölüm onun için kurtuluş ama geride kalan bizler için büyük bir kayıp ve matem oldu. Tıpkı şair Cûdî’nin dediği gibi:
‘Bir öyle ömür geçir ki olsun
Mevtin sana hande halka mâtem’
Prof. Dr. Nihat ÖZTOPRAK(Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü)
“Metodolojik Düşünmeyi Aktarmak İçin Çok Çalıştı”
“Durmuş Hocaoğlu’nun ahirete göçünün ardından 10 seneyi aşkın bir zaman geçti. Bu süre zarfında maalesef ilk önce ailesi, arkadaşları, öğrencileri ve takipçileri bir nedenden ötürü O’na ait mirası canlı tutmak adına yapılabilecek en önemli hareketi gerçekleştiremedi. Basımı olmayan eserlerin tekrar basımı, basıma hazır olan eserlerin basımı ve basılmamış eserlerinin kültür hayatına kazandırılması hususunu; Türk entelicansiyası ve Türk okuru için bir Durmuş Hocaoğlu Külliyatı oluşturmayı henüz başarılabilmiş değildir.
Kültür Ocağı Vakfı sayesinde yanında geçirebildiğim kısa sürede ‘Tarih Yapmak ve Tarih Yazmak’ ilişkisinin bir adım ötesinde tarihin felsefesini yapabilmek pek hoşa gidebilecek bir konu olmadığı aşikâr. Kötü bir edebiyat türü olan ‘hamaset’ toplumun geniş kesimleri adına daha çok tercih edilir bir durumdadır. Zaten felsefe de genel manada türlü bahanelerin ve bilinir yanlış anlaşılmaların arkasına sığınırız. Nitekim Hocaoğlu derslerinde Elmalılı Hamdi Yazır tarafından Fransızca’dan dilimize kazandırılan ‘Metalib ve Mezahib’ adlı eserden atıfla ‘felsefenin İslâm’dan maada bütün dinlere haram olacağını bilfiil ispat etmek mümkün olacaktır’ şeklinde bir düşünce biçimini talebelerine aşılamayı ve metodolojik düşünmenin ilk adımlarını Türk Milleti’ne aktarmayı acılı bir görev olarak kendine gaye edinmişti.
O’nun derslerine ve meclislerine katılanların duyacakları ruh okşayan ve moral veren konuşmaların tam da aksi yönde dinleyenlerini çarpan ve kafalarda soru işaretlerinin belirmesine neden konuşmalar olurdu. Fakat sağlam temellendirmeler ve felsefi yöntemlerin vermiş olduğu tefekkür yoğunluğu karşısında itiraz etmek isteseniz de ağzınızdan sözler dökülmeden kendi kendinizi durdururdunuz. Çünkü Uğur Demir’in Hocaoğlu’ndan bahsettiği bir yazısında da belirttiği üzere ‘hakikat, üryan gezer.’
Kendimize bir ayna tutabilmek ve ötesinde kendimizi tanıyabilmek adına Hocaoğlu’nun tanınması ve eserlerinin basılarak tanıtılabilmesi ülkesi adına güzel bir gelecek hayalleri kuran her ferdin vazifesi olmalıdır.”
Osman Berat ÇELEBİ (Öğrencisi)
“Hem Doğa Bilimlerine Hem Sosyal Bilimlerine Hakimdi”
“Rahmetli hocanın engin bilgi birikimine, derinlikli analiz yapmasına, analitik düşünme kabiliyetine hem doğa bilimlerinde hem sosyal bilimlerde sahip olduğu dereceye sahip bir kişi daha göremedim. Sakinliğine, dik duruşuna, hak bildiğini söylemesine ve samimiyeti ile başka bir münevverdi. Söylediklerinin ve yazdıklarının Türkiye’deki düşünen gruba birkaç gömlek fazla geldiği için anlaşılmaması ve kıymetinin bilinmemesi beni hep üzmüştür. Kendisi ile tanışmak benim için bir dönüm noktası olmuştur. Şu an çalıştığım alan Kıbrıs ile ilgili yazdıkları, söyledikleri benim ufkumu açan ve geçerliliğini kaybetmeyecek analizlerdir. Onun ölümü gerçekten alemin ölümü gibiydi bizim için. Başka bir memlekette olsa heykelleri dikilecek olan Durmuş Hocaoğlu’nun eksikliğini geçen süre içerisinde o kadar hissettik ki, o sancıyı sadece hissedenler bilebilir. Mekânı cennet, ruhu şad olsun.”
Oğuz YÜCEL (Marmara Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap TarihiDoktoraProgramı)
“Düşünce Hayatımıza Büyük Hizmet Etmiştir”
“Türk tarih felsefenin mihenk isimlerinde olan Hocaoğlu, tarihçiliğimiz eksik kalmış önemli düşün hayatına büyük hizmetler etmiştir. Öyle ki onun derslerinden çıkan talebeler ‘Bu vakte kadar biz düşünmüyormuşuz.’ ifadesiyle öz eleştiri yapmaya başlarmış. Hatta hocalarımızdan duyduğumuza göre Marmara Üniversitesi’nde tarih felsefesi dersleri ilk zamanlar 1. sınıfta okutulurmuş lakin bu dersleri Hocaoğlu’nun vermesiyle 4. sınıf müfredatına alınmış. Zira öyle sorgulayıcı ve düşündürücü dersler olurmuş ki liseden yeni mezun bir talebeler anlamak için çabaladıkça daha da bîtâb düşermiş.”
Abdülhamit BEŞİR (Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Tarih Eğitimi Bilim Dalı Yüksek Lisans Programı)
Hazırlayan:
Aylin AYKUT (İhtisas 2)