KOCAV Divan Sohbetleri programında 13 Şubat 2015 Cuma akşamıpost sahibi Nihat Öztoprak ve misafiri Prof. Dr. Kemalettin Kuzucu idi. Sohbetin konusu kahve ve çay oldu.
Kahvenin ilk olarak Afrika’da ekmeği yapılmıştır. İçecek olarak kullanılmaya başlanması ise M.S. 1250’li yıllara rastlar. Keşfiyle alakalı birçok rivayet vardır. Hatta çayın keşif hikâyeleriyle benzerlik de göstermektedir. Rivayete göre bir çoban keçilerinin daha atik, daha hızlı hareket ettiklerini fark edip bunun sebebini merak eder fakat bir türlü anlayamaz. Bu yüzden bir bilgeye danışır. Bilgenin “keçilerin yediklerine dikkat et” demesi üzerine de hayvanların kahve çekirdeği yediğini keşfeder.
Etiyopya’dan Yemen’e, oradan da tüm Arap yarımadasına yayılmıştır. Atalarımızın Arabistan’dan 500 sene evvel alıp hayatlarının merkezine aldıkları bu tat öylesine benimsenip sevilmiştir ki sırf onu daha rahat içebilmek için kahveye altlık vazifesi gören kahvaltı (kahve+altı) öğünü oluşturulmuştur. Kültürümüzde çok mühim bir yeri olan kahve bayramlardan kız istemeye kadar çok çeşitli anlarda bizlere refakat etmektedir. Ayrıca misafir ağırlamaktan yorgunluk gidermeye pek çok vazifeyi de üstlenmiştir. Hatta Osmanlıda kahvenin soğumasına mani olacak şekilde hususi kahve fincanlarının üretildiği de dikkate alındığında neden bir “imparatorluk içeceği” haline geldiği çok iyi anlaşılmaktadır. Bu tat bizle öyle özdeşleşmiştir ki artık dünyada “Türk Kahvesi” olarak bilinmektedir.
Çaya gelecek olursak yeryüzünde 5000, ülkemizdeyse Tanzimat devrinden itibaren yaklaşık 150 seneden beri içilmektedir. Devlet eliyle tohum alım ve ekimi II. Abdülhamit zamanındadır. Anadolu’ya gelişi İran’daki Safevi Türkmenlerinin doğudaki bazı şehirlerdeki küçük izlerini saymazsak doğudan, yani Ruslardan ve Avrupa üzerinden gerçekleşmiştir. Rusça “kendi kendine kaynayan” manasına gelen “samuvar”, kültürümüze öyle yerleşmiştir ki halk arasında artık se(Farsça “3”), ma(Arapça “su”), ver(Türkçe “vermek” fiili) kelimelerinin birleşimiyle oluştuğu zannı yaygınlaşmıştır. Bugün Kars’ta hala daha Rusça kökenli “istekan” (cam bardak) kelimesi kullanılmaktadır. Avrupa’dan ise Kırım Savaşı sırasında müttefikimiz olan İngilizlerin üst düzey askerleri ve ailelerinin İstanbul’a çayı getirmeleriyle gelmiştir.
“Kahveyi kavururlar
İçmeden savururlar
Bizim köyün âdeti
Sevmeden ayırırlar
Kahvenin köpüklüsü
Meşenin kütüklüsü
Kadınım aman aman
Saraylar kıymetlisi.”
“Al rengine bakılır
Kadehlere dökülür
Buram buram tüterken
Önünde diz çökülür”
Selma CAN Giriş 2