“Yunus, yeni dinin kavramlarını Türkçede herkesin anlayacağı şekilde yeniden ihya etmiş ve bölgelerin, boyların, aşiretlerin ağızlarının çok üstünde herkesin ortak olup paylaştığı standart bir dil ortaya koymuştur. Bugün Türkçe, Yunus’un büyük sesine başka şairlerin sesleri de karışarak aktığı bir nehir olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Türk olmak, büyük ölçüde dağ başlarında ve uçsuz bucaksız coğrafyalarda birbirinden habersiz yaşayan insanlara aynı ilahileri okutabilmektir.”
Mazi, hal ve istikbale dair önemli meselelerin misafir edilen birbirinden kıymetli isimlerle ele alınarak dinleyicilerin istifadesine sunulduğu KOCAV Sohbetleri’nin bu dönemki sonuncu yayını 12 Haziran tarihinde yapıldı. Yöneticiliğini Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat Öztoprak’ın yaptığı sohbetin konuğu Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemal Kurnaz oldu. Başından sonuna kadar dinleyenlerin gönlünde adeta zamanı mühürleyen velut sohbet, Prof. Dr. Kurnaz’ın kaleme aldığı eserinin de adını taşıyan “Türk Olmak” başlığı altında gerçekleştirildi.
Prof. Dr. Kurnaz, Türk milletine hardal tanesi kadar hizmeti geçen cümle ecdadımızı rahmet ve minnetle anarak, akabinde KOCAV çatısı altında Vakıf gayelerine hizmet edenlere de saygılarını sunarak sözlerine başladı. Öncelikle kendisinin edebiyata temayülünden daha sonra bu konuda kendisine rehber edindiği rahmetli hocası Âmil Çelebioğlu’ndan bahsetti. Prof. Dr. Kurnaz, Eski Türk Edebiyatı alanında çalışmaları bulunmakla birlikte çocukluğunun köyde geçmesinin etkisiyle halk kültürü ve edebiyatına daima ilgi duyduğunu belirtti. Mizaç olarak da farklılıklarımızdan çok müştereklerimizi dikkate almayı sevdiğini söyleyen Prof. Dr. Kurnaz, çalışmalarının konusunu oluşturan “Halk ve Divan Şiirinin Müşterekleri Meselesi”nin de bu durumun bir sonucu olarak ortaya çıktığını ifade etti. Daha sonra “Türk Olmak” başlıklı eseri hakkında bilgiler veren Prof. Dr. Kurnaz, kitabının muhtelif zamanlarda güncel tartışmalar minvalinde ve “Türk Olmak” paydasında kaleme aldığı doğaçlama yazılarından oluştuğunu, sesli düşüncelerini yazıya aktarma hususunda da sosyal medyanın bu imkânından oldukça istifade ettiğini belirtti.
“Din Değişikliği, Kavramların Yeniden Anlamlandırılmasını Gerektirir.”
Sohbetine başlarken hatırlatma kabilinden bir giriş yapan Prof. Dr. Kurnaz, Türklerin Moğolistan’dan Batı’ya doğru uzanan seyahatlerinde birçok farklı millet ve medeniyet ile karşılaştıklarını ve günün birinde İslam ile şereflendiklerini anlattı. Bu noktada ise Prof. Dr. Kurnaz, Türkler Müslüman olduklarında kendilerini İran coğrafyasında bulmuşken yaklaşık 300 sene önce Müslüman olan Farsların ise İslam dininin şartlarına uygun klasik eserleri çoktan ortaya koymuş olmalarının önemine dikkat çekti. Dolayısıyla köklü ve kadim Fars kültürü karşısında Türkçe, henüz onunla rekabet edebilecek edebi bir dil haline gelmediği için Türk hanedanlarının Fars kültürüne hizmet etmek durumunda kaldıklarının altını çizdi. Buradan hareketle Prof. Dr. Kurnaz, İslamiyet’in kabulünün Türkçeye ilişkin etkisinin kapsamını ise şu ifadeleriyle özetledi: “Din değişikliği, bir milletin hayatında büyük bir değişimdir. Sahip olduğunuz hemen her şeyi yeni dinin kavramlarıyla yeniden anlamlandırmanız gerekir, onlara yeni bir ruh üflemeniz gerekir. Fakat bu dönemde dil yeni kavramlar üretmeye çok da hazır değildir. Dolayısıyla Türklerin bu dönemde en çok hemhal oldukları diller Farsça ve kutsal kitap etkisiyle de Arapça olmuştur.”
Kıymetli Bir Mübalağa: “Bizi Yunus Türk yaptı.”
Sohbetin devamında Prof. Dr. Kurnaz, Kur’an dili Arapçanın ilahî iltimasa mazhar olması hasebiyle dünyanın en torpilli dili olduğunu belirtirken bu kadar güçlü bir dile o coğrafyada sadece Türkçe ve Farsçanın direnebildiğine dikkat çekti. Bu noktada ise Prof. Dr. Kurnaz’ın altını çizdiği diğer husus Alparslan’ın Anadolu’yu Türklere açarak yalnızca yurt inşa etme hizmetinde bulunmadığı, aynı zamanda İran coğrafyasındaki Farsçanın nüfuz alanından çıkan Türkçeye taptaze bir gelişme alanı açtığı meselesi oldu. Prof. Dr. Kurnaz, Türkçenin yeni coğrafyasında ayakta kalma mecburiyetinin doğduğu bu önemli dönemde, Türk milletinin büyük evladı Yunus Emre’nin içimizden adeta ilahî bir lütuf olarak çıktığını söyleyerek sözlerine şöyle devam etti: “Yunus, yeni dinin kavramlarını Türkçede herkesin anlayacağı şekilde yeniden ihya etmiş ve bölgelerin, boyların, aşiretlerin ağızlarının çok üstünde herkesin ortak olup paylaştığı standart bir dil ortaya koymuştur. Bugün Türkçe, Yunus’un büyük sesine başka şairlerin sesleri de karışarak aktığı bir nehir olarak günümüze kadar ulaşmıştır. Türk olmak, büyük ölçüde dağ başlarında ve uçsuz bucaksız coğrafyalarda birbirinden habersiz yaşayan insanlara aynı ilahileri okutabilmektir. Dolayısıyla bizi Yunus Türk yaptı desek belki mübalağa olur; fakat değerli ve güzel bir mübalağa olur.”
Türk Milletinin Özüne İlişkin İki Kavram: “Gurbet ve Aşk”
Sohbetin devamında Prof. Dr. Kurnaz, Türk milletinin hayatında büyük öneme sahip olduğunu düşündüğü iki kavrama dinleyicilerin dikkatini çekti: Gurbet ve aşk (gönül). “Türk tarihi gurbetin tarihidir.” diyen Prof. Dr. Kurnaz, ana yurdunu Ötüken’de bırakıp yeni yurtlar peşinde koşarken ardına baka baka türküler yakan Türk milleti kadar gurbeti iliklerine dek yaşamış ikinci bir millet olmadığını ekledi. Kültürümüzden örnekler vererek sözlerini sürdüren Prof. Dr. Kurnaz, şiirlerimizde gurbet duygusunun nasıl canlı ve güçlü şekilde ele alındığını; Anadolu’nun, kapısı gurbete dönük evlerinde ekmek parası diye gidip de gelmeyenlerin acıklı türkülere nasıl konu olduklarını anlattı. Prof. Dr. Kurnaz, gurbet duygusunun sürekli güncellendiğini, bunun da aşkı besleyen şey olduğunu ifade ederken bizlere özümüzün lezzetini duyuran sözleriyle konuşmasına devam etti: “Aşkı besleyen şey bu gurbet duygusudur. Öyle ki Mevlana, ‘Dinle neyden kim hikâyet etmede/Ayrılıklardan şikâyet etmede’ dediğinde onu Türkler kadar anlayabilecek başka bir millet daha yoktu. Yunus Emre de ‘Vatanımdan ayırdılar, bu dünyaya düştü gönül.’ dediğinde Türk milleti onu hemen anladı. Yüce Peygamber, ‘Mümin dünyada yolcu gibidir, seferidir, gurbettedir.’ dediğinde ise onu yine anlayan Türk milletiydi. Zira bizler, âşık bir milletin mensuplarıyız.”
“Türk Doğmak İlahî Bir Lütuftur. Türk Olmak İse Bir Görevdir.”
Prof. Dr. Kurnaz, Türklerin ne ölçüde hassas ve şefkatli bir millet olduğunu tarihi örneklerle açıklarken en başta bizlerin, daha sonra ise dünyanın merhametimize ihtiyacı olduğunu ekledi. Bunun bir kan tahlili meselesi değil, takva ve irade meselesi olduğunun altını çizdi. Devamında ise Türk üslubu meselesinin üzerinde duran Prof. Dr. Kurnaz, esasen Türk’ün manâyı üsluba, ete kemiğe büründürerek Türk Müslümanlığını ortaya çıkarttığını ifade etti. Dolayısıyla esas olanın Türk doğmak değil, Türk olmak olduğunu vurguladı. Ancak bu mana insanın içine konulduğunda Türk olunabileceğini ifade etti. Bugün ise bulunduğumuz noktada halimizden hoşnut değilsek yeterince Türk olamadığımız için kabahati kendimizde aramamız gerektiğini belirten Prof. Dr. Kurnaz, bilgi değil amel eksikliğimizin bulunduğunu da ekleyerek ecdadımızın oluşturduğu değerleri özümseyip güncellediğimiz ölçüde özümüze ulaşıp esas manada Türk olabileceğimizi ifade etti.
Prof. Dr. Kurnaz sözlerini bitirirken esas anlamda Türk olabilmemiz için halkla iletişim kurmanın da ne denli öğretici nitelikte olduğunu anlatarak halkla hemhal olunması gerektiğini belirtti. İddiamıza layık olmak istiyorsak halkla barışmamızın da elzem olduğunun altını çizdi. Prof. Dr. Kurnaz’ın gönüllerde duyulan konuşmasından müstefit olan dinleyicilerin başka birlikteliklerde yeniden buluşma temennilerini sunmaları ve teşekkürlerini iletmesiyle sohbet sona erdi.
Hazırlayan:
Beyzanur KANDEMİR (Gelişme 1)