Bazı kelimelerin yükü ağırdır. Doğru ve gerçek anlamlarıyla “hak” bunlardan biri. Evrensel düzlemde hak ve hakikat, düşünce dünyamızın deyim yerindeyse kutsal kelimeleridir. Türk-İslam felsefesinde ve Batı düşüncesinde kadim tartışmaların odak noktasıdır. Akıl onu arar ve söz onu tarife çalışır. Bu bağlamda hakikat arayışı ve hak yolda olmak kutsanan bir eylemdir desek abartmış olmayız. Bunun dışına çıkanlar ise her dem yergiye maruz kalmışlardır. Platon’un sofistlere yönelik ağır tenkidi bundandır. Tefekkür edeni gerçekliğe götürecek düşünce ve düşünme metotları üzerine binlerce yıldır kafa yoran entelijansiya hiç şüphesiz çok yol kat etti. Felsefe ve bilim bu gayeye hasredildi. Mantık ve bununla ilişkili olarak diyalektik ile argümantasyon teorileri bu amaca hizmet etti.
Gerçeği arama sürecinde epistemoloji, düşünen insana bunun yollarını verirken diğer yandan etik, ilkeleri tayin etti. Bununla birlikte gerçeklik, tarifi bakımından üzerinde muhtelif görüşlerin oluştuğu bir kavram olarak karşımıza çıkmakta. Bu kabul edilebilir. Diğer yandan esas üzerinde durulması gereken, doğru ve gerçeklik üzerine yapılan bilinçli saldırıdır. Böyle bir girişimde fail, gerçeklik üzerinde “çarpık” bir etki yaratabileceğinin farkındadır. Bu çarpık yapının inşasında gaye genellikle bizatihi gerçekliği eğip bükmek değil; bunu yaparak elde edeceği nihai çıkardır. Biz bunu manipülasyon kavramı altında ele aldık. Manipülasyon girişimlerinde eylem sahibi ortaya koyduğu iletişim biçimiyle ya halihazırda var olan gerçekliği çarpıtmaya çalışır ya da özenle biçimlendirilmiş yeni bir kurgu oluşturur. Burada da manipülatör, gerçek olarak sunduğu söylem üzerinden muhatabını yanıltıp yönlendirmeye çalışarak hedeflediği sonucu elde etmeyi umar. Her iki senaryoda da manipülasyon girişimi, gerçeklik üzerinde oluşturduğu yanılsama sebebiyle hem epistemolojik anlamda hem de etik mahiyetiyle kusurludur. Algı-olgu karşıtlığı, duygu ve inanç temelli (pathos ve ethos) retorik yaklaşım, A. Schopenhauer’un tabiriyle her ne pahasına olursa olsun tartışmayı kazanma amacı güden eristik diyalektik ve hatalı akıl yürütmeler manipülatif iletişim tarzının en eski yöntemleridir. Eleştirel düşünme ve medya okuryazarlığı vurgusuna rağmen günümüzde özellikle yeni iletişim teknolojileri sayesinde bu yöntemler sıklıkla kullanılmaktadır.
Gelinen noktada Bertrand Russel’ın şu meşhur sözünü hatırlamakta fayda var: “Pek çok insan düşünmektense ölmeyi tercih eder. Aslında, ölürler de.” Düşünmenin yorucu bir zihinsel faaliyet olduğu aşikâr. Ayrıca düşünme çabası ve isteği tek başına yeterli de değil. Bunun nasıl yapılması gerektiğine yönelik belli bir bilgi birikimi de gerekiyor. Mantık binlerce yıllık birikimiyle bunu sağlamaya çalışıyor. Düşünme için gerekli olan isteğin ve bilgi birikimi zorunluluğunun karşısında mesela inanmak, aidiyet ve bir gruba dahil olarak onu takip etmek ise çok daha kolay gözüküyor. İnsanın sahip olduğu bu sosyo-psikolojik özellik ise hiç şüphesiz manipülasyona maruz kalmanın veya buna açık olmanın başlıca sebebi olarak belirmekte. Örneğin “benim partimden gelen her şey doğru, diğer her şey yanlış” minvalinde bir siyasi partiye şartsız koşulsuz bağlılık bununla ilişkilidir. Benzer şekilde sevdiğimiz insanların hatalarını görmeme eğilimindeyiz. Mesela arkadaşlarımıza daha kolay inanırız. İnançlarımıza yöneltilmiş makul bir eleştiriyi dahi zor kabul ederiz. Örneğin kendimize dair yanlış düşünce ve davranışları rasyonelleştirme eğilimindeyizdir.
İnsan sosyal bir varlık olarak duygu, değer ve bir inanç dünyasına sahip. Akıl sahibi olmasına rağmen yaşama dair her bir davranışının rasyonel olduğunu iddia etmek güç duruyor. Sosyal yaşamda bir şekilde “kısa yollar” geliştirmek zorunda. Tüm eylemlerini rasyonalize etmenin düşünme becerisi bakımından zorluğu ve günümüz dijital dünyasında verinin büyüklüğünden ötürü bu kısa yollar kaçınılmaz oluyor. Dolayısıyla insan, düşünmeden evet diyebiliyor; düşünmeden oy veriyor, alışveriş yapıyor, seviyor, saygı duyuyor, hayran oluyor, bağlı kalıyor. Kindi’ye atfedilen şu söz her ne kadar ideal olana vurgu yapsa da boşa çıkmış oluyor: “Hakikat menşeinden müstakildir.” Oysa gerçeklik, onu kimin dile getirdiğine bakılmaksızın öyledir. Bununla birlikte durum çoğu zaman bunun tam tersi. Zira bir gerçek, rakip parti lideri tarafından dillendirildiğinde ona umarsız kalırken seçmeni olduğumuz parti tarafından söylense inanırız. Hazzetmediğimiz birinin önerisine burun kıvırırken yakınlık duyduğumuz bir insandan gelen öneriyi önemseriz.
Tüm bu tartışmaların ortasında medya, manipülatif iletişime sağladığı “imkândan” dolayı ilgiyi hak ediyor. Kendi bireysel yaşamında ve toplum içinde insan, doğasından ötürü geçmişten beridir manipüle ediyor ve aynı şekilde manipülasyona maruz kalıyor. Şüphesiz bu yeni bir şey değil. Medya araçlarının bu noktadaki önemi, geçmişten beridir var olan manipülasyonu kolaylaştırması ve kitleselleştirmesidir. Zira evvelden yapılan manipülasyon kısıtlı sayıda insanı etkilerken “iyi tasarlanmış” manipülatif bir içerik günümüz medya yapısında dakikalar içinde milyonlarca insana ulaşma potansiyeline sahip. İyiliğin yayılmasına olanak sağlayan teknik kapasite aynı zamanda kötülüğün de hızla yaygınlaşmasına sebep olmakta. Manipülasyon kapsamında değerlendirilebilecek dezenformasyon, misenformasyon ve yalan haberin bu kadar konuşulmasının da sebebi bu. Burada dikkat çekilmesi gereken şey, gerçekler karşısında manipülatif olanın, yalanın, sansasyonel olanın yayılım hızı, etkisi ve ulaştığı kitlenin devasa büyüklüğüdür. Nihayetinde medya, gerçeklik ve manipülatif içeriğe eşit şekilde imkân sunuyormuş gibi dursa da ikincisinin bu anlamda bariz üstünlüğü var. Zira biri kafa yormayı gerektiren sağlam gerekçelendirilmiş nesnel bilgi üzerinden yavaş yavaş ilerlerken diğeri çoğunlukla insan psikolojisinin zayıflıklarından istifade eden hatalı akıl yürütmeler ve retorik tuzaklar sayesinde hızlıca yayılmaktadır.
Manipülasyon konusu psikolojiden sosyolojiye, ekonomiden siyasete, iletişimden sanata kadar pek çok alanın ilgi odağı. Düşünce Dergisi olarak manipülasyon sayısında, konunun yukarıda bahsedilen multidisipliner yapısından dolayı farklı alanlardan teorik çalışmalara, röportajlara, değerlendirme yazılarına ve bir de soruşturma dosyasına yer verdik. Bu kapsamda Arş. Gör. Ali Kürşat Sak, Ekonomi, Seçmen Manipülasyonu ve Cambridge Analytica Skandalı başlıklı yazısında, ekonomi sahasında üretilen bilginin siyasal kampanyalar sürecinde seçmeni nasıl manipüle ettiğine odaklanıyor. Cambridge Analytica Skandalı üzerinden insanı rasyonel addeden iktisadi önermenin zayıflıklarına değiniyor. Doç. Dr. Yusuf Ziya Gökçek, Söylemden İmaja: Sömürgenin Filmsel Bedenlenmesi adlı yazısıyla sömürge sinemasının, sömürgeciliğin devamı için Batı’nın yerli olanı hem bilişsel hem imajinatif anlamda nasıl büyülediğini (veya manipüle ettiğini) ele alıyor. Sağlık İletişimi Kampanyalarında Manipülasyon Gerçekten İşe Yarar mı? başlıklı yazısında Dr. İbrahim Şamil Köroğlu, sağlık alanında kullanılan manipülatif iletişim tekniklerinin etik problemlerini kamu spotları üzerinden irdeliyor. Dr. Fatih Baritci, Kamu Diplomasisi, Algı Yönetimi ve Manipülatif İletişim isimli yazısında devletlerin kamu diplomasisi çalışmalarında rasyonel ikna ediciliğin sınırlarını aşan manipülatif iletişim çalışmalarını eleştirel bir bakış açısıyla ele alıyor.
Sayının röportaj kategorisinde, iletişim ve siyaset bilimi alanında önemli bir isim olan Prof. Dr. Hikmet Kırık ile yapılan bir söyleşiye yer verdik. Kapsamlı bir soru havuzu ile medya-siyaset-manipülasyon üzerine konuştuk. Bu kapsamda bir diğer söyleşimizi Türkiye’de doğrulama platformlarının ilklerinden olan malumatfurus.org’un editörü ile yaptık. Günümüz dijital dünyasında devasa boyutlara ulaşan veri karşısında bu türden platformların yeri ve önemi üzerine konuştuk. Manipülasyon sayısına kıymetli bir katkı sağlayan çalışmalardan biri de tema kapsamında hazırlanan soruşturma dosyası oldu. Dijitalleşmenin manipülasyon üzerindeki etkisi, manipülasyonun kullanım biçimleri ve çıktıları, medya araçlarından yayılan manipülatif içerikten korunmanın yolları ile manipülatif iletişimin etik boyutu üzerine hazırlanan sorular iletişim alanındaki akademisyenlere, medya çalışanlarına ve etkin sosyal medya kullanıcılarına soruldu. Bu kapsamda, İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Nilüfer Sezer ve Doç. Dr. Burcu Zeybek dosyada yer alan akademisyenler oldu. Sektörden internet gazeteciliği alanından Batuhan Çolak ile medya mensubu Özgenur Reyhan Güler sorularımızı cevapladı. Eleştirel düşünme kategorisinde değerlendirilebilecek önemli eserlerin çevirmeni ve etkin bir sosyal medya kullanıcısı olan Tevfik Uyar bir diğer isimdi. Son olarak, sorularımızı Anadolu Ajansı, Teyit Hattı platformunda editör yardımcısı Abdullah Yasin Güler’e ilettik.
Düşünce Dergisi’nin sayı kapsamında yer verdiği bir diğer yazı türü değerlendirme yazıları oldu. Bu doğrultuda sayı temasıyla ilişkilendirilebilecek önemli eser ve yapımlara yer verildi. Sena Alper, Tim Wu’nun Dikkat Tacirleri: İnsan Zihnine Girmek İçin Verilen Amansız Mücadele eseri üzerine bir değerlendirme yazısı kaleme aldı. Semra Ağaç Sucu, Paulo Gerbaudo’nun Twitler ve Sokaklar adlı eseri üzerine yazdı. Kitlenin manipülasyonu denince ilk akla gelenlerden Gustave Le Bon’un eseri Kitleler Psikolojisi’ni Şeyma Nur Gültekin değerlendirdi. Elias Canetti’nin ünlü eseri Kitle ve İktidar üzerine olan değerlendirme yazısını Arş. Gör. Fatih Özgür Kenar kaleme aldı. Değerlendirme yazıları kapsamında manipülasyonla ilişkili olarak 2 ayrı belgesel filmin de analizi yapıldı. Arş. Gör. Burak Irmak, The Social Dilemma adlı belgeseli, Aleyna Berfe Kurt ise The Century of the Self adlı yapımı manipülasyon sayımız için değerlendirdi.