7 Eylül 2024

Prof. Dr. Azmi Özcan- 25/02/2012

Yaşamının Her Anıyla Örnek Bir İnsan

Yeni bir öykü ile adanmış ruhlara örneklerden biri de Bilecik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Azmi Özcan’dı. Bizlere geçmişten bugüne yaşamış olduğu tecrübelerle dolu hayatını ve başarı yolunu anlattı.

Beni takdim eden sevgili arkadaşlar ve hocamız, hayatımı bir başarı öyküsü olarak tanımladılar ama ben bu yolculuğu öyle görmüyorum. Başarı elbette kişilerin anlayışına göre anlam kazanan bir kavram ama bu milletin bir ferdi olarak; hayata yüklediğimiz anlam çerçevesinde, inanç değerlerimizin bize yüklediği sorumluluk çerçevesinde, önümüze çıkan imkan ve imtihanları bir şekilde değerlendirerek hayat yolculuğumuzda ilerlemeye devam ediyoruz. Allah ne kadarı kısmet eder bilinmez. Ama varlık nedenimiz olarak aldığımız her nefeste insanlık adına, ailemiz adına ve inandığımızı savunduğumuz değerler adına iyi şeyler ortaya koymanın bir mesuliyet olduğunu düşünen bir kardeşiniz, arkadaşınızım. O yüzden başarı adına bir şey varsa şayet bizden kaynaklanan bir şey değil bize sunulan imkanların başarısıdır.

Benim hayatım nasıl başladı: 1960 Burdur doğumluyum. Liseyi İzmir’de yatılı olarak okudum. 13-14 yaşlarında Anadolu’nun geleneksel, muhafazakâr bir kasabasından İzmir’e gidince sıcak sudan soğuk suya yada soğuk sudan sıcak suya geçer gibi bir kültür şokuyla karşılaştım. Gördüğüm, edindiğim şeyler tamamen benim alıştıklarımdan farklıydı ve o yaşımda beni ben yapan değerlerin alaya alındığı bir ortam içerisinde hayat yolculuğumuza devam ettik. Türkiye’nin o dönemde yaşadığı hengameden biz de nasibimize düşeni aldık. 1978’de ilahiyat fakültesini okumak için Ankara’ya geldim ve ihtilal oldu. O sırada hukuk fakültesine kaydoldum. İkisini birden yürütmeye çalıştım. Sonra bir kanun çıktı; ikisinden birinden vazgeçeceksiniz diye. Hukuk fakültesinden vazgeçtim çünkü o dönemde çok idealistik. İlahiyat fakültesini bitirdik. Fakat şunu söyleyeyim o yılların gençleri hatırlayacaklardır, inanılmaz bir tecessüs, inanılmaz bir okuma arzusu vardı bizim nesilde. Okunacak kitap sayısı çok fazla değildi. Bulabildiğimiz her kitabı okumaya çalışırdık ve ulaşabildiğimiz her seminere, konferansa giderdik, mütemadiyen tartışır mütemadiyen geleceğe dair hayaller kurardık. O dönemin en bariz vasfı sokaktaki insan dahi olsa toplumun çoğunluğunun hayatlarında idealleri vardı, bugün olmayan bir şey bu. İdeal neden önemli? İdeal aslında bizim hayatımızı anlamlı kılan değerlerden bir tanesi. Yani hayatınızda fikir olmazsa o zaman hayatımızın merkezinde bencillik olur.

1983’te ilahiyat fakültesinden mezun olduktan sonra 1984’te İngiltere’ye gittik. Orada önce yüksek lisansımı tamamladım. Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde… Daha sonra Londra Üniversitesi’nde siyasi tarih alanında sömürgecilik merkezli bir doktora eğitimine başladım: Sömürgecilik Tarihi. Sömürgecilik tarihi daha özel olarak Hindistan sömürgesi tarihidir, zaten İngiliz sömürgeciliğin en başat alanıdır bu. O eğitim bana dünya tarihinde olup biten çoğu şeyin aslında birbirinden bağımsız olmadığını, bir sistematik bütünlük içinde olduğunu gösterdi. Kendi çalışmalarımı hem İslam dünyasında sömürgecilik üzerine hem de İslam dünyasının sömürgeciliğe karşı geliştirdiği tepkiler, refleksler ve düşünceler üzerine yoğunlaştırdım. Bu arada arkadaşlarımız ve hocalarımızla birlikte, pek çoğunuzun bildiğini tahmin ettiğim, İslam Araştırmaları Merkezi’ni kurduk ve orada çalışmaya başladık. 1996-2000 yılları arası oranın idareciğini de yürüttüm. O merkezin, Türk kültür hayatının İslam dünyasının birikimine ne kadar katkı yaptığını hep beraber müşahade etmekteyiz. Bunu özellikle şunun için söylüyorum; ilim bir disiplin işi olduğu kadar aynı zamanda imkan işidir. Bizim insanımıza, gençlerimize imkan sağlanır ve iyi bir rehberlik sağlanırsa kabiliyet ve tasavvur bakımından dünyanın en seçkin kadrolarına sahip bir milletin mensuplarıyız. Bunu nedenleriyle birazdan kendimce açıklamaya çalışacağım. Kendi halinde bir akademisyenken devletimiz bize Bilecik Üniversitesi’nin kurulmasını emanet etti. Benim planlarımda olan bir şey değildi fakat bir tarihçi olmanın verdiği ilhamla bunu da bir görev kabul ettik ve Bilecik Üniversitesini kurmak üzere Bilecik’e gittik. O günden bugüne de kendi kültür değerlerimize yakışan, idealleri olan bir üniversite oluşturmak üzere ordayım. Kronolojik olarak hayat çizgim böyle. Muhteva olarak da bu yolculukta neler öğrendim, hayata dair neler düşünüyorum onu paylaşayım. İdeallerden bahsetmiştim. Yani tefekkür, fikriyat benim hayatımın merkezinde. Varlığıma yüklediğim en temel kavram, yaygın değişiyle pek çok kişinin yanılgıya düştüğü bir kendime ait kabulle devam edeyim. Bizler seferle memur olan insanlarız. Fakat kul olarak acze düşüp zaferi garanti etmeden sefere çıkmama gibi bir alışkanlığımız var. Bu bize ait olmayan alana müdahale gibi geliyor bana, çok net bir ilişki biçimimiz var Allah ile. O (c.c) bize diyor ki; “sen senin sorumluluğunu yerine getir ki sonra işi bana bırak.” Biz hem yapılması gerekeni yapmıyoruz hem de Allah’ın takdir alanına müdahale edip kendi isteğimiz gibi tecellisinde ısrar ediyoruz. O da bizi hayal kırıklığına uğratıyor. Eğer kendi hayatımıza müdahil olursak hiç öngöremeyeceğimiz şeyler oluyor. İdeal benim hayatımın merkezinde, onu da bu tecrübe içinde sistemleştirdim ve o sistem tahakkuku içinde kendi dairemde çalışmaya gayret ediyorum. Bunun adı bir anlamda medeniyet yolculuğu…

Tarihte milletlerin faklılığı yada büyüklüğü, onların tarih yolculuğunda hep en üste olmaları ile ölçülmüyor. Bu zaten tarihin tabiat kanunlarına aykırı. Fizik alemde mutlak diye bir şey olmadığını tespit ettim, mutlak olan sadece Allah’tır. Her şey zeval olur; tarihin en zirvesine çıksanız bile zeval ile malülsünüz. Tarihin en üstüne çıktığınız nokta zevale başladığız yerdir. Milletleri farklı kılan şey onların en üstte olmaları değil; bu yolculukta düştükleri zaman tekrar ayağa kalkabilme kabiliyetleridir. Ve yeryüzünde bu kabiliyete sahip devlet ve millet çok azdır; bunlardan belki de en önde geleni Türklerdir. Bizi farklı kılan şeydir bu. Ama bilinen tarihten beri hep var olan ve var olduğu sürece ne fiziki anlamda ne zihni anlamda yüzde yüz sömürgeleştirilemeyen yegane kültür ve medeniyet biziz. O yüzden bu millete çok büyük bir görev ve sorumluluk düşüyor. Çünkü İslam kültür ve medeniyeti içerisinde bizim dışımızda olan topluluklar ne yazık ki bu tecrübeyi yaşadılar. Bu tecrübe onların hem davranışlarında hem zihinlerinde onarılmaz izler bıraktı. Hem ben hem de kıymetli arkadaşlarım zaman zaman bu dünyada seyahatlerde bulunduk ve bu ülkelerdeki kişilerin davranışlarında bunları müşahade ettik. Biz farklıyız yine de bu defa çok şiddetli bir saldırıyla karşı karşıyayız. Aslında biz değil insanlık karşı karşıya. Bir medeniyet inşa edilecekse yeniden o medeniyetin inşa edilebilme imkanının en yüksek olduğu ortam yine bu coğrafyadır. Tıpkı medeniyetin ilk başladığı coğrafyanın burası olduğu gibi…

Hazırlayan

Gülsüm KARASU