Edebiyatın Gözünden Ramazan’a Bakmak
KOCAV sohbetlerinin 23 Nisan 2022 tarihindeki konukları Marmara Üniversitesi Fen – Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ümran Ay Say ve Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi M. Emin Ertan oldu. Yönlendiriciliğini Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi Fen- debiyat FakültesiSosyoloji BölümüÖğretim Üyesi Dr. Öğr. Üyes iMustafa Hakkı Ertan’ın üstlendiği programda Ramazan ayının Türk kültürü ve edebiyatındaki izleri ele alındı.
Türk Edebiyatının Şekillendiği Formlar
Sohbete edip ve edebiyat kelimelerini açıklayarak başlayan Dr. Öğr. ÜyesiErtan, halk ve divan edebiyatının farkından kısaca bahsederek her edebiyatın kendi disiplini içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı. Divan edebiyatında ilk olarak ele alınan konunun bir sevgi diliyle ifade etme tarzına sahip olan gazeller etrafında şekillendiğini söyledi. İkinci grubun kasten söylenilmiş, hedefi belirlenmiş bir nazım türü olan kasideler olduğunu ifade eden Dr. Öğr. ÜyesiErtan, üçüncü grubun ise daha uzun olan mesneviler olduğunu belirtti.
Diğer taraftan divan edebiyatıyla ilgili “Divan edebiyatı saray edebiyatı değildir, herkesi hitap alan bir edebiyattır. Tabiri caizse sözle bir tablo, bir resim edebiyatıdır. Yani neyi söylüyorsa neyi anlatmak istiyorsa onu şekilleriyle, ifadeleriyle, yeriyle, mekanıyla, imkanıyla anlatmıştır. 4. Murat ile Nefii karşılıklı konuşurken biri sultan-ı zamandır, diğeri sultan-ı suhandır. Burada hangimiz söz sahibiyiz dediğimizde Nefii, ’Sultan-ı zaman sensen sultan-ı zuhan benim. Zamanın siyasetin, iktidarın, hükümetin, devletin sultanı sen isen sözün de sultanı benim. Tarihi yapan sensen yazan benim. Senin yaptığın her şey tarih olabilir ama seni tarihe mal edecekolan benim’ demek suretiyle konuyu nihayete erdirmiştir.”diyenDr. Öğr. ÜyesiErtan, Osmanlı sultanlarının şairlere bir vezir kadar değer verdiğinin altını çizdi.
Halk Şiiri ve Ramazan
Doç. Dr. Ümran Ay Say, klasik edebiyatımızın İslamiyet’ten beslenmesinden söz etti. Şairlerin kendilerini yaratan Allah’a ve onun peygamberine olan sevgilerini eserlerinde de göstermeyi arzu ettiklerini ve böylece şiirlerini topladıkları ve divan adını verdikleri defterlerde en başta bu türlere yer verdiklerini belirtti.Ardından sözlerine şu şekilde devam etti: “Klasik edebiyatımızda bununla ilgili en başta Esmaü’l Hüsnalar gelir aklımıza. Allah’ın 99 ismini, Peygamberimizin 40 hadisini ezberlemek ve bununla yetinmeyip bu şekilde amel etmek daima hüsnü kabul görmüştür. Edebiyatımızda Allah’ın 99 isminden yola çıkarak Esma-ü’l Hüsna şerhleri yapılmıştır. Şairler Allah’ın Evvel ismini,Gafur ismini şiirlerle, beyitlerle, dörtlüklerle açıklamışlardır.Daha sonra münacaatlar ve tevhidler gelir. Münacaat yalvarış demektir. Allah’a yalvarış ve yakarışlarını münacaat şiirlerinde anlatmışlardır şairlerimiz. Tevhid şiirleri, Allah’ın varlığını, birliğini, ezeli ve ebedi olduğunu anlatan şiirlerdir. Bunlar müstakil şiirler olduğu gibi bazen uzun dini manzum metinlerin içinde ve mevlidin, Muhammediyelerin, siyerlerin başında yer almışlardır.Mevlit, Hazreti Peygamber ile ilgili türlerden bir tanesidir. Mevlitler aynı zamanda halk edebiyatında da çok kısa halk tipi hikâyelerle birlikte basılan hikâyelerdir. Bu yüzden Anadolu’da Kuran-ı Kerim’den sonra en çok bulunan kitabın mevlit metni olduğunu söylerler. Bu mevlit metinleri birçok dile de çevrilmiştir. MevlitPeygamber Efendimizin doğumunu anlatan bir türdür. Siyerler Peygamberimizin doğumundan ölümüne kadar olan kısmı anlatır. Aynı zamanda ilk insanın yaratılmasından Peygamberimize kadar da anlatıldığı oluyor. Siyerler dışında naatlar var. Naatlar da peygamber övgüsünde yazılan şiirlerdir. Hilye dediğimiz bugün evlerimizi kitabeler halinde süsleyen, klasik edebiyatımızda da şiir şeklinde gördüğümüz metinler var. Hilye kelimesi süs demek. Hat sanatında da kullanılmaktadır.”
Renkli Ramazan Akşamları
Halk şiirindeRamazan ilahilerinden de bahsedenDoç. Dr. Ay Say, “Bu ilahiler Ramazan’ın ilk 10 gününde merhaba ilahileri ve ramazanın sonunda da elveda ilahileri olarak adlandırılır. Bu ilahilerde oruç, namaz, kadir gecesi ile ilgili ayrıntılar bulunur. Cenabı Allah ve peygamber sevgisi anlatılır. Oruç tutmanın namaz kılmanın faydaları, İslam dininin insana tavsiye ettiği bütün güzel davranışlar ilahilerle halkın anlayabileceği sade bir dille vekulağında kalacak şekilde makamlı bir biçimde söylenir.”açıklamasında bulundu.
Doç. Dr. Ay Say, bunlarailavetensemai kahvelerini de ele aldı. Semai kahvelerinde “kadrolu” aşıkların bulunduğundan söz ederek bu kahvelerde İslam tarihindenhikayelerin ve İslam kahramanlarının çeşitli olaylarınınanlatıldığını, bu vesileyle renkli akşamlarıngeçirildiğini anlattı.Hocamızın değindiği bir diğer konu ise mahyalardı. Mahyalarda Ramazan ayında hem sosyal hem de dini içerikli nasihatlerin bulunduğunu belirtti ve Kadir gecelerinde ışıklarla minareye kaftan şeklinde zırh giydirilmesinden debahsetti.
Divan Edebiyatıve Halk Edebiyatı ArasındakiFark
Dr. Öğr. ÜyesiErtansözü alarak sohbetedevam etti: “Halk edebiyatı doğrudan doğruya eşyanın özünü tahlil eden bir edebiyattır. Varlığın sebebini, nasılını, acısını, ıstırabını, feyzini, faziletini anlatan bir edebiyattır. Dini edebiyat neyi hedef almışsa onun özelliklerini anlatmaya çalışmıştır. Divan edebiyatı ise bir fotoğraf makinesi gibi olaya bakmış ve objektifine almaya çalışmıştır. Yani tarihi bir belgenin yanında bize geçmişten resimler vermeye çalışmıştır. Bunun yanında divan edebiyatı iki formda karşımıza çıkar. Biri tasavvuf edebiyatı dediğimiz tasavvufçu şahsiyetlerin divan tarzında yazığı eserlerdir.”Tasavvuf edebiyatından söz ettikten sonra divan edebiyatı ile halk edebiyatının bugün de bütün canlılığı ile yaşamakta olduğunu ifade eden Dr. Öğr. ÜyesiErtan, “Ne yazık ki satılmayan mal sahibinin cebinde kalır” sözleriyle edebiyatımıza verilen kıymet hakkında asıl vaziyeti de izah etti.
Divan ŞairlerininRamazan Algısı
Dr. Öğr. ÜyesiErtan, divan şairlerinin Ramazan hilalini gördükten sonra mübarek ayın başlamış kabul edildiğini ve şairlerin bunu halka davullarla ilan ettiğini anlattı. Dr. Öğr. ÜyesiErtan’ın aktardığına göre, teravih yavaş yavaş, dinlene dinlene kılınması gereken bir namazdır. Fakat bu durum yanlış anlaşılmıştır. Hocamız anlattıklarına paralel olarak şukıssayı aktardı:“Vatandaşın birisi elinde fenerle Fatih Camiine geliyor. Geç kalmış içeri giriyor. İçeri girdiğinde bir bakıyor herkes namaz kılıyor. Namaza yetişip yetişmediğini soruyor. Keçecizade İzzet Molla, 140-150 kiloluk heybetli bir insan. Hoca da çok süratle namaz kıldırmaya başlamış. 150 kiloluk insan namaza yetişemiyor. İzzet Molla da içeri giren adama diyor ki: ‘Ya biz içeriden yetişemiyoruz sen dışarıdan nasıl yetişeceksin?’”
Edebiyatımızda Ramazan Hatıraları
Doç. Dr. Ay Say,“Ramazan, Türk evinde, Türk konağında içeridekilerin dışarı çıkması için bir vesile. Dolayısıyla dışarıda çok şerbetli bir hayat var. Teravihe gidiş geliş, Karagöz eğlenceleri, Semai kahveleri ve dışarıdaki kadir gecelerinde kandil uçurmak, mum parası toplamak gibi çocukların yaptığı eğlenceler var. Bu eğlenceler artık hayatımızda hiç kalmayan eğlenceler.”açıklamasını yaptı. Bazı yazarlarımızın kaleme aldığı eğlencelerden bahsetti veAhmet Rasim’in Eski Ramazanlar’ı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın İlk Orucum hikâyesi, Sezai Karakoç’un Samanyolunda Ziyafet’i, Cenap Şahabettin’in İstanbul’da Bir Ramazan’ı, Süheyl Ünver’in Bir Ramazan Binbir İstanbul’u gibieserlere örnek olarak değindi.
Bir Belgesel Kaynak Olarak Divan Edebiyatı
Dr. Öğr. ÜyesiErtan, divan edebiyatının belgesel kaynak olarak nitelendirilebileceğini örneklerle açıkladı. Bu örneklerden ilki olan mahyaların 1. SultanAhmet döneminde yapıldığını aktardı. Bahti mahlasıyla şiir yazan Sultan Ahmet’in, “Ramazan erdi yine her gece yanar kandil/Ehl-i İslama salar şu’le ser-a-ser kandil” beyti sayesinde kandilin o dönemde var olduğunun ispat edilebileceğini söyledi. Aynı zamanda kandilin asılışından, ramazanın ilan edildiğinin anlaşıldığını dile getirdi. Akabinde başka beyitlerden örnek vermeye devam etti:“Ruzenin her şebi dönse n’ola kadre Bahti/Ki olupdur Ramazan ayına ziver kandil.”Bu beyte göre Kadir gecesi Ramazan’ın her gecesinde aranmalıdır. Şair buradakiifadesiyle oruç ayının her gecesi Kadir Gecesi’ne benzese ne olur, Kadir Gecesi Ramazan için bir süstür, demektedir.Yine aktardığı,“Savmdur kabil-i ketm ü ihfa/Dahle fursat bulamaz savma riya”beytine göre de Ramazan ve orucun gizlenebileceğinden ancak oruca hiçbir zaman riya giremeyeceğinden söz etti.Dr. Öğr. ÜyesiErtan’a göre oruç Allah için tutulmuşturve bu beyit orucun ne derece samimi olduğunu ifade etmek için yazılmıştır.
Dr. Öğr. ÜyesiErtan sözlerine bir kıssayla daha devam etti: “Eskiden iftar vermek için bugünkü iftar çadırları değil de köşkler, saraylar bazı yerler gündüzden hazırlanır; kapının önüne mihmandar konulur ve ‘efendim akşam iftarımız vardır buyurun’ diyerek insanları çağırırlardı. Şehrin ne kadar oruç tutan fakiri veya tutmayan açı varsa bu köşklere geliyorlardı. Vatandaşın biri bir tane köşkün kapısına gelmiş. Akşamı oturmuş beklemiş herkes gibi. İftar başlamış ancak ortada yemek yok. Peynir, reçel, bal var ufacık parça ekmek var. Adam nereye geldiğini şaşırmış. Herkes iftarını yapınca ‘Herkes abdestini alsın, namaza’ denmiş. Bir hocaefendi gelmiş mübarek akşam namazını o kadar yavaş kıldırıyormuş ki neredeyse yatsı olacak gibi. Akşam namazından sonraki dönemde sofralar her türlü yemeklerle kurulmuş, muazzam bir ziyafet sofrası. Oturmuşlar, yemişler, tam doyacaklarken müezzin yatsı namazına çağırmış. Kalkmışlar, tabii adamın kaçacak yeri yok. Durmuşlar namaza ama o köşkte teravih hatimle kıldırılıyormuş. Namaz bitmedikçe adam ayakkabısını gözlemiş, nasıl yakalamışsa birdenbire fırlamış kaçmış dışarıya. Nefes nefese yakalanmadan epeyce koşmuş. Yavaşladığı sırada önünde yürüyen iki kişiden biri diğerine ‘Efendi, Allah affetsin dün akşam teravihi ben kaçırdım.’ diyor. Kaçan adam da ‘Efendi efendi, senin dün gece kaçırdığın teravih bugün beni yakaladı, bırakmıyor!’”
Birkaç Hatıra
Doç. Dr. Ay Say, Süheyl Ünver’in son dönem Osmanlı münevverlerinden olmasından ve bize Osmanlı kültürünü, eski geleneklerimizi binlerce defterle, eserlerle miras bırakmasına değindi: “Allah ona ve onun gibi bize bütün bu kültür mirasını bırakan büyüklerimize de rahmet etsin, ruhları şad olsun.”dedikten sonra da Süheyl Ünver’in bir anekdotundan bahsetti:“Süheyl Ünver’in Ercüment Ekrem Talu’dan aktardığı bir şey var. Ercüment Ekrem Talu 1920’de Ramazan’ın birinci gününü anlatıyor.İlk gün halkta daima bir acemilik oluyor. Orucunu unutanlar, oruç yiyenler oluyor yanlışlıkla. Bundan 3-4 sene evvel böyle bir yaz Ramazan’ında Borazan Tevfik diye birisi Erenköy’den trene biniyor. Tevfik dini bütün bir Müslümanmış. Orucu başına vurmuş o gün, şişman olduğundan sıcaktan da müteessir bir yere ilişiyor. Ramazan ayının da ilk günü. Perişan bir vaziyetteyken karşısına daha önceden tanıdığı Saim ve Abid isimli iki tane birader oturuyorlar. Birisi Borazan Tevfik’e diyor ki:‘Tevfik Bey oruç seni fena sarsmış.’Borazan Tevfik de hiç düşünmeden ‘Ne yapayım siz iki kardeş bir vazife yapmışsınız. Hem saim hem abid olma mecburiyeti de bana düştü. Bu sıcakta kolay iş değil.’
Doç. Dr. Ümran Ay Say, konuşmasını busözlerinin ardından noktaladı.Dr. Öğr. ÜyesiErtan ise bir sonraki KOCAV Sohbeti’nde görüşme temennisi ile teşekkürlerini dile getirerek sohbeti sonlandırdı.