Eline bu satırları yazma imkânı verilmiş olan bu ocağın gönüldaşı, ömür kervansarayında konup göçerken rastladı bu ocağa. Gide gele uğrağı olduğu bu ocakta söylediğini işleyen, tâlim ettiğini tatbik eden, fikirlerine ihanet eylemeyen sevgiyle zırhlanmış bir yuvaya şahitlik etti. Dünya sahnesinde bu saydıklarımızı dosdoğru görmek güç olsa da parolası sevgi olana o denli kolaydı bunlar. Gönüldaşın şahitlik ettikleri elbette sadece bunlar değildi. Kapısından içeri adım attıktan sonra hâsbi arkadaşların, vefâlı dostların, sözlerinde ihlaslı ve dürüst olan müstesna kimselerin olduğunu gördü. Onu da içeri buyur ettiler. Yer verdiler. “Söyleyecek sözün varsa çekinme, söyle!” dediler. Bu dünyaya almak için değil, vermek için geldiklerini mühim olanın dünya zenginliği olmadığını gönül zenginliği olduğunu söylediler. Adeta çeşitli boncuklardan dizilmiş bir tespih gibiydi gönüldaşın gördükleri. Ama öyle sıradan bir tespihe de benzemiyordu. Evet, bu tespih sadece sıralı boncuklardan ibaret değildi. Her boncuk birer istîdat sahibiydi. Cevâhirci hüner ile işlenip bu geniş halkaya dâhil oluyordu. Tespihin manası çok derindi. Tespihin anlamı çekenin gönlünde gizliydi. İmamesindeki sır çekenin dudaklarından süzülüveriyordu usulca. İhlas, samimiyet, hasbilik, vefa…
Dünya, vefasızdır derler hep. Kezâ dünyadan elde edilen birçok şey de öyledir. Ancak bu ocakta vefaya susayanlar onu surette değil manada arayanlardı. Anlamıştı gönüldaş, hissetmişti. “Dost, buydu. Şahsî endişeler, alakalar, çeşitli dünya boğuntu ve ihtirasları içine sıkışıp kalmış insanoğluna, hayatın dili ile seslenerek uyanmaya çağırıyor, böylece de, menfi taraflarını silkeleyip dökmeye teşvik ve dâvet ediyordu.”[1]Söyledik ya az evvel bu tespih diğerlerinden farklıydı. Boncuklarının sayısını kimse bilmezdi. Çünkü mühim olan 33,99 değildi. Neden diyecek olursanız şu hikâye ile cevap vermiş olayım…
Günün birinde bir derviş, bir kucak dolusu elmayla bayırları aşan bir genç kıza rastlamış. Bozkırın sıcağında yorgunluktan yanakları al al olmuş kızın. ”Nereye gidersin ve ne doldurdun kucağına?” diye sormuş derviş. Uzak bir tarlayı işaret etmiş kız. ”Sevdiğim çalışıyor orada. Ona elma götürüyorum.” demiş. ”Kaç tane?” diye soruvermiş derviş, laf olsun diye. Kız durmuş ve şaşkın şaşkın demiş ki: ”İnsan sevdiğine götürdüğü şeyi sayar mı hiç?”
Usulca koparıvermiş elindeki tespihin ipini derviş…
Nilhan DİLEKLİ (Gelişme1)
[1]Sâmiha Ayverdi, Dost