KOCAV 2018-2019 Bahar Dönemi Seminerlerini taçlandıran Öğrenci Sempozyumlarının 22.’si, bir yıl önce Hakk’a uğurladığımız seminer hocalarımızdan merhum Mehmed Niyazi Özdemir’i konu aldı. Sempozyumun danışmanlığını Arş. Gör. M. Bilal Yamak üstlenirken Arş. Gör.
Cafer Erdem Umudum ve Doç. Dr. Mustafa Aksoy koordinatörlüğünü yürüttüler. 27 Nisan 2019 Cumartesi günü Erol Güngör Kültür Merkezi’nde yapılan sempozyum, toplam 28 tebliğ sunumu ile 3 ayrı salonda eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. Konuşmasını yapmak ve Doç. Dr. Mustafa Aksoy’u takdim etmek üzere kürsüdeki yerini alan KOCAV Eğitimden Sorumlu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Delican, açılış konuşmasını yapması için sözü sempozyumun koordinatörlüğünü yürüten Doç. Dr. Mustafa Aksoy’a bıraktı.
“Bir tarihçi veya herhangi bir bilim insanı yazarken adeta çırılçıplak olarak yazmalıdır. Onlar vicdanına karşı sorumludur.”
Mehmed Niyazi Özdemir ile çok yakın teması olan Doç. Dr. Aksoy, onunla ilgili güzel anılarını paylaşarak konuşmasına başladı: “Mehmed Niyazi Ağabey benim tanıdığım değil babamdı, ağabeyimdi, canım ciğerimdi. Prof. Dr. Delican Hocanın da dediği gibi özel bir insandı. Kendisinden bahsedilmesinden utanır, muhafazakar camia değil diğer camia hakkında bile olumsuzm konuşmalar yapmazdı. Niyazi Ağabey ile tanışmamız sanırım 1989’da veya 88’de
oldu. Türkiye’ye geldi Niyazi Ağabey. Ben önceleri günlük gazete alırdım bir iki tane, cumartesi pazarları dört beş tane alırdım. Bazı zamanlarda ise çok ilginçtir tek okuduğum kişi Mehmed Niyazi olurdu. Yani köşe yazılarını okuduğum tek kişi oydu. Sonra karşılaştığımızda da dedim ki “Ağa- bey çok ilginçtir o gazetede tek okuduğum köşe yazarı sizsiniz.” Türkiye’ye geldiğinde ben İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans tezi yapıyordum. Pertevniyal’de lise hocalığı yapıyorum dersten çıkıp kütüphaneye gelip gidiyoruz. 5 buçukta kapanıyordu kütüphane müdürümüzle Niyazi Ağabeyin arası iyiydi. Niyazi Ağabey ile konuştuk. 5.30 bize yetmiyor bu 9.30 yapılamaz mı? dedim. Niyazi Ağabey Müdür Bey ile konuştu, dokuz buçuğa kadar kütüphane açık olmaya başladı. Yani Türkiye’de ilk defa kütüphanelerin saati dokuz buçuğa doğru sarktı. Niyazi Ağabey o tarihte İki Dünya Arasında romanını tekrardan gözden geçiriyordu. Ben ne çalıştığını bilmiyorum ama yazıyor, çiziyor. Niyazi Ağabey de rahatsız olmaması için en arkada oturuyor. Ondan bir ay veya bir buçuk ay önce kütüphanenin çay ocağında çay içerken görüşüyoruz, selamlaşıyoruz fakat hiç konuşmadık. Sadece bazen o konuşuyor, ben dinliyorum. Bir gün ben en önde oturuyorum arkadan geldi yanıma “Affedersiniz bir şey sorabilir miyim?” dedi. “Buyur ağabey” dedim. Psikoloji konusunda bir soru sordu, suali tam hatırlamıyorum. Ben kendimi tanıttım “Ben felsefe grubu hocasıyım psikolojiden sertifika aldım benim bilgilerim bunlardır” dedim. Teşekkür etti, gitti. Sonra arkadaş olduk, görüştük. 9 buçuktan sonra Ötüken’e gidiyoruz orada vatan meselesi konuşuyoruz. Ben çocuk, o genç delikanlı.” Doç. Dr. Aksoy, Mehmed Niyazi Özdemir ile ilgili anılarından kesitler vermesinin ardından onun tarih ve fikir insanlarıyla olan münasebetlerine dair bildiklerini aktardı: “Niyazi Ağabey tarihçi değil, hukuk mezunudur fakat genel Türk Tarihi’nde de sertifika almış bir kişidir ve Niyazi Ağabeyin hayatında özel konuşmalarımızda dediği şey hep şudur: “Tarih, sosyal bilimlerin belkemiğidir. Tarih bilmeyen toplumların ayakta kalmaları mümkün değildir.” Bir başkası fikir insanlarının özgür olmalarından bahsederdi. Elbette bir fikir insanının bir çevresi, bir toplumu, bir ailesi vardır. Belirli bir siyasi bakış açısı vardır, belirli bir partiye oy verir. Fakat şundan hiç vazgeçmemeleri gerekir derdi. “Bir tarihçi veya herhangi bir bilim insanı yazarken adeta çırılçıplak olarak yazmalıdır. Onlar vicdanına karşı sorumludur.” derdi. “Yani yanlış yazmak, keyfine göre yazmak bilim insanına yakışmaz. Bu bağlamda fikir insanlarının özel hayatı olmaz, özel dostlukları da olmaz çünkü fikir insanları başkalarının hatırı için keyfi için bir şeyler söylemez” derdi.” Konuşmasına Mehmed Niyazi’nin kitapları üzerinden devam etti: “İslam Devlet Felsefesi’nde Niyazi Ağabey şöyle söylüyor, “Türkiye’de yıllarca Türk İslam sentezini savunanlar veya İslamcı olduğunu savunanlar vardır fakat nedense hiçbir tanesinde İslam devleti felsefesi hakkında yazılı bir broşür dahi yoktur.” Bence kitabının en ilginç özelliği İslam Devlet Felsefesi’nde seçme ve seçilme ölçüsünün olmadığını anlatması. Hz. Ebubekir, Peygamberimizin işaretiyle seçilmiştir diyor yani Peygamberimiz hasta olduğu zamanlarda Hz. Ebubekir namaz kıldırıyor ve dolayısıyla halifelik onun hakkıdır diyerek Hz. Ebubekir seçiliyor. Hz. Ebubekir Hz. Ömer’i bizzat tayin ediyor. Hz. Osman elit bir grup tarafından seçiliyor. Hz. Ali ise geniş katılımlı bir seçimle seçiliyor. Bu yüzden Niyazi Ağabey “İslam devletinde yöneticilerin seçilme şekilleri hakkında bir belirginlik yoktur diyor fakat devletin yönetimi, işleyişi hakkında belirginliklerin olduğunu, haklar, özgürlükler olduğunu” uzun uzun anlatıyor.
Türk Devlet Felsefesi kitabı ise tarihe bir bakıma tersten bir bakıştır. Biliyorsunuz bizim ders kitaplarımızda tarih anlatılırken devletin içeriği, maliyesi, yönetim şekli nasıl, adalet anlayışı nasıl bunlar pek anlatılmaz. Türk Devlet Felsefesi’nde bir bakıma Türk devletinin canlı bir şekilde anlatıldığına şahit oluyoruz.” Doç. Dr. Aksoy, son olarak Mehmed Niyazi’nin ilimde iki ayak olarak gördüğ akıl ve metafizik hususundaki görüşlerini aktarmıştır. “Niyazi Ağabey metafiziksiz ve akılsız ilimin olamayacağını ancak aşırı akılın dünyayı mekanikleştireceğini, aşırı metafiziğin de dünyayı hurafelerle dolduracağını söylerdi. Bunları dengelemek lazım derdi. Bugün maalesef Türkiye’de akla ve metafiziğe çok ihtiyacımız var. Ancak ikisinden de hayli hayli uzağız.” “Sizin burada almış olduğunuz eğitimin birçoğu üniversitelerde dört yıl boyunca alınamıyor. Süleymaniye’yi gezmeniz bile Anadolu’daki bir sanat tarihi öğrencisinden daha çok bilgiye sahip olmanıza vesile olur, bu nedenle KOCAV mensuplarını, KOCAV yetkililerini böyle bir ortam hazırladıkları için, sizlere seminerler ve kitaplar hazırladıkları için gerçekten kutluyorum.” diyerek dergi hazırlamanın bile büyük bir katkı, beceri ve ufuk açıcı olduğunun üzerinde durdu. Mezun olup gidilse dahi KOCAV ile temasın kesilmemesi gerektiğine vurgu yaptı.
Açılış konuşmasının ardından üç ayrı salonda eş zamanlı olarak gerçekleştirilen ve ilginin yoğun olduğu sempozyum, sunumlarını yapan öğrencilere sertifika takdimi ile nihayet buldu. Bu yıl bahar, dönemi olarak 22.si gerçekleştirilen sempozyumun sonunda değerlendirme konuşmasını yapmak üzere sempozyum danışmanlığını yürüten Arş. Gör. M. Bilal Yamak kürsüdeki yerini aldı.
“Fikir sandallarımızı suya saldıktan sonra diğer sesleri bastırmak mecburiyetindeyiz.”
Arş. Gör. Yamak, sempozyuma vesile olan yönetim kuruluna, sunum yapan arkadaşlara ve koordinatörlere teşekkürlerini sunarak ve çok bereketli, çok güzel bir günü geride bıraktığımızı söyleyerek konuşmasına başladı. Böyle öğrenci sempozyumlarının ufuk açıcı olması bakımından önemine değinerek bundan sonraki adımımızın Mehmet Niyazi Özdemir’in fikirlerini daha geniş bir haritada görmek olacağını belirtmiş ve eklemiştir: “Hukukçu bir arkadaşımız bu noktada çalışmalı, sosyolog bir arkadaşımız, edebiyatçı arkadaşlarımız bu noktada mikro çalışmalılar. Mehmet Niyazi Özdemir’in ilim ve metafizik görüşüne Mehmed Niyazi nereden vardı? Bunun üzerinde durmamız lazım. Yoksa aktarıcılık Doç. Dr. Aksoy Hocamızın söylediği gibi vakanüvislikten öteye geçmeyecek bir şeydir. Mehmed Niyazi, Daha Dün Yaşadılar’da şöyle der: Bilinmezlerse yalnız kendilerini, bilinirlerse insanlığı aydınlatırlar. Yerli ve milli olmak önemli bir şeydir ama yerli ve milli olmak kapalı kapılar ardında hareket etmek demek değildir. Bakın Erol Güngör’ün yabancı dilde kitabı var mı, Mümtaz Turhan’ın var mı? Mehmet Niyazi Özdemir’in hangi romanını biz tercüme ettik? Bu hususları düşünmeme vesile olan kıymetli Prof. Dr. Mustafa Delican hocamızdır. Bir iki senedir değişik vesilelerle konuşuyoruz, selefiler kendi kitaplarını bütün coğrafyaya dağıtıyorlar, insanlığa mal etmeye çalışıyorlar fakat biz Erol Güngör’ün kitaplarını külliyatını daha yeni tekrar elimize almaya başladık. Bunun üzerinde durmamız lazım hocalarımızın fikirlerini insanlığa mal etmemiz lazım.” Bu noktada bir sahne nakledip konuşmasını bitireceğini bildirip devam etti: “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Sahnenin Dışındakiler romanında bir bölüm vardır. Mütareke dönemi İstanbul işgal altında iken Tevfik Bey ve arkadaşları mehtaba çıkarlar. Lakin mehtapla beraber onlar da seyrederlerken bir yandan Rumların mandolin sesleri gelmektedir, bir yandan da Amerikan askerlerinin sesleri gelmektedir. Yani Boğaz musiki istilası altındadır. Musiki ile işgal edilmiştir. Nasıl ki cephede Süngü ile düşmana hücum edilir, Tevfik Bey de musikiye musiki ile karşılık vererek bir gazel patlatır. Sonra teker teker Rum kayıkçıları, Amerikan askerleri dağılırlar ve bir nevi musiki ile tekrar Boğazı fethetmiş olurlar. Yani biz de fikir sandallarımızı suya saldıktan sonra diğer sesleri bastırmak mecburiyetindeyiz. Bunun için de sadece kendi aramızda Mehmet Niyazi Özdemir’i yorumlayıp hatta Bir Derviş Olarak Mehmet Niyazi, Bir Kütüphane Dervişi Olarak Mehmet Niyazi, Bir İlim Aşığı Olarak Mehmet Niyazi gibi sembolik başlıklar atıp bunları tamamen edebiyata mal ederek anlamsızlaştırmamamız gerekir. Edebiyatla ilimi Hocamızın da ilim ve metafizik dengesinde ortaya koyduğu gibi bir kenarda dengede tutup daha sonra bunları buradaki arkadaşlarımızın bir mesuliyeti olarak insanlığa ulaştırmak gibi bir mecburiyetimiz var. Böyle olursa daha anlamlı olacaktır diye düşünüyorum. İnşallah Hocamızın sesi, Erol Güngör Hocamızın sesi, Mümtaz Turhan Hocamızın sesi, bütün bu mütefekkirlerimizin sesleri insanlık boğazında yankılanır.” Sunum yapan arkadaşlara emekleri için tekrar teşekkür eden Arş. Gör. Yamak, yolunuz, ufkunuz açık olsun şeklinde iyi dilekleri ile konuşmasını sonlandırdı. Arş. Gör. Yamak’ın değerlendirme konuşmasının ardından kapanış konuşmasını yapmak üzere KOCAV Eğitimden Sorumlu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Delican söz aldı. Prof. Dr. Delican, “Biz bu çalışmalarda biyografi üzerinden hareket ediyoruz, biyografi üzerinden çalışmak da aslında çok faydalı. Çünkü bir şahsiyet tanıyoruz, döneme damgasını vuran bir kişiyi tanıyoruz. İkincisi o kişinin şahsında o dönemi tanıyoruz. Yani kültür ortamını, siyasi ortamını, tarihi vesaire hepsini orada yakalamış oluyoruz. Bu büyük bir avantaj esasında.” diyerek yapılan bu sempozyumların önemine değindi. Seminer çalışmalarının her zamanki gibi amacına ulaştığını ve seminer çalışmalarının bu sempozyumla beraber taçlandığını belirtti. Son söz olarak Vakıf Başkanı Av. Dr. Ali Ürey, kürsüdeki yerini aldı. Sayın Ali Ürey, artık dönemi kapattığımızı belirterek beyni doldurma faslını tamamlayıp Ramazan ile birlikte ruhu doldurma faslına geçeceğimizi hatırlattı. “Bugün öğrenci sempozyumumuza hemen her salonda girdim. Genç kardeşlerimiz çok başarılıydı, çok disiplinliydi, çok güzel çalışmalar yapmışlardı. Bazı arkadaşlarımız mesela bir roman değerlendirmesi yaparken bir roman özeti yapmak yerine çok farklı tasnifler ile romanları sundular.” diyerek teşekkürlerini de iletip konuşmasını bitirdi.