Vakfımız Divan Sohbetleri programında 21 Mart 2014 günü Prof. Dr. Ahmet Yörük post sahipliği yaptı. Yörük; Mazi cennetinden, eski İstanbul’da Letafet Apartmanı’na, Hasan Paşa Fırını’na kadar geçen o günleri gençlerle paylaştı.
Manisalı olmakla birlikte doğma büyüme İstanbul çocuğu olan Prof. Dr. Ahmet Yörük, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunudur. Kadir Has Üniversitesi’nde halan hocalık yapmaktadır. Her devrin göz bebeği İstanbul’un eski kokularını, Süleymaniye sokakları arasındaki nice sesleri duymamak işten bile değildi. Yörük; Çocukluk anılarını duraksamadan sıcak bir dille anlatırken sohbete dahil olan herkes bir an çocukluğuna gidip geldi.
‘’Çırağan’dan Yıldız Parkı’na girerken bir ahır kokusu alırdınız. Orada atlı askerler vardı. Fil gibi atların üstünde merasimlerde yürürlerdi askerler. Bir de onun hemen karşısında polislerin kantini vardı. Biz de giderdik, paramız varsa o gün. Vatan Konserve 125 gram 125 kuruş ton balığı. Ama şimdiki gibi değildi. Şimdi kuzeyin uyduruk balıklarından tadı tuzu olmayan balıklar koyuyorlar. O zaman uskumru ve palamuttandı ve inanılmaz lezzetli olurdu. Onu yarım ekmeğe koyarlardı, biz o yarım ekmekle koşardık Çit Kasrı’nın oraya. Onun tadı damağımda kalmıştır…”
“Evvelden çoluk çocuk özenle giyinir, ana-baba semtteki uygun fotoğrafçılara gidilir fotoğraf çekinilirdi. Benim de var öyle gayet sinirli bir fotoğrafım. Kısa bir pantolon giymişim, bir de ablamın fanilasını giydirirdi annem bana, süslü püslü birşey. Çok sinir olurdum ama yokluk günleri ne yapsın kadıncağız, her giysi bir küçüğe kalırdı. İmkanlar sınırlı olduğu için, insanlar çok tasarrufluydu. Bunlar güzel şeyler. Şimdi okulda da alışmışım, koridora çıkınca şakır şakır ışıkları söndürerek yürüyorum. Tabi talebenin öyle bir geleneği, tasarruf derdi yok.”
Çocukluk özlemlerinden mi, yoksa koca bir şehrin sıcak kucaklamalarından mıdır? Bilinmez, sohbet gittikçe tatlanıyordu. Lâkin hem mekan hem zaman olarak pek yakınımızda, Hilâl uğruna batan nice güneşler vardı. 1920 16 Mart gecesi Şehzadebaşı Karakolu’nda İstanbul’un en hazin gecelerinden biri yaşanmıştı.
“1920 yılının 16 Mart’ında İstanbul işgal oluyordu. Şimdi 16 Mart şehitleri olan caddede bir karakol vardı, O karakola gece baskın yaptı İngilizler. Ona yakın silahsız askeri şehit ettiler. Silahsız çünkü, bunların çoğu bando mızıka takımı askeri. Her ne zaman aklımıza gelse içimizi sızlatan hazin bir olay.
“Gönlüm hala geçen o güzel günlere dönmek emelinde. Güzel yıllar, çocukluk yıllarım, halam, eniştem, Arasto, efendim Letafet Apartmanı… Şehir kültürü diye bir şey var. Ben o açıdan çok şanslı bir dönem olduğunu düşünüyorum. Fiziki yapı güzelleşiyor bunda şüphe yok. O yılın macerasından bahsediyorum. Tabi bir gelişme olarak şehir gelişiyor. Ama nüfus da artıyor. Çocukluğumun İstanbul’u bir milyon. Eskiden evler tel tel dökülüyordu, çok fena idi her yer, filmlerde dahi farkedersiniz.’’
“İstanbul’da mehtap seyretmek masal gibidir. Ben de “Mehtabî Ahmet Efendi” olarak ayın kaçında nereden fırlar mehtap uzmanıydım. Bana sorarlardı, ne zaman çubuklu’dan ne zaman Kanlıca tepesinden tabak gibi doğar ay diye.”
Velhasıl, övülecek, yazılacak, aşık olunacak şehir İstanbul, gidenlerin söylediğine göre özlenecek şehir İstanbul, uğruna 16 Martlar kanatacak şehir İstanbul…
Aybike Yılmaz (Giriş 2)