7 Eylül 2024

Yaman Arıkan- 19/05/2012

“Bizim Yunus’un Misyonu”

KOCAV Konferans/Panel/Açıkoturum dizisinin 2011/2012 döneminin son konuğu Dilbilimci-Yazar Yaman Arıkan oldu. Yaman Arıkan, “Bizim Yunus’un Misyonu” başlıklı konferansı ile Yunus Emre’nin örnek hayatını aktararak güne apayrı bir zenginlik kattı.

Yaman Arıkan konferansa Yunus’un birkaç dörtlüğüyle başlayıp, onun takvim, menkıbevi ve vazife hayatından bahsetti, Yunus Emre’nin ilim dolu dörtlükleriyle konferansı tamamladı.

“Halk içinden uçup giden Yunus’un sadece bedenidir. Çünkü o, herkesin gönlünde yer etmiş bir şahsiyettir. Yunus uçsuz bucaksız bir deryadır. Eşsiz bir milli kahramandır. Milli kahramanlar kendileri ve milletleri için iki mühim şeyi yaparlar:

– Kendi milletlerinin milletleşmesini, millileşmesini sağlarlar.

– Gelecek nesillere bir ışık, fener vazifesi görürler.

Yunus önce kendi milletinin milletleşmesini sağlamış, daha sonra gelecek nesillere milli meşale olmuştur.

Tarihi şahsiyetlerin üç çeşit hayatı vardır. Birincisi takvim hayatı, ikincisi menkıbevi hayatı, üçüncüsü ise vazife hayatıdır. Takvim hayatı, bize onların nerede ve ne zaman doğduklarını, nerede veya nerelerde yaşadıklarını, kaç yıl yaşadıklarını, ne zaman öldüklerini vs. gibi tarih kaydı düşerek anlatır. Fakat çok eski zamanlarda yaşamış şahsiyetlerin takvim hayatını tam olarak bilemeyiz. Yunus da bunlardan bir tanesidir. Tarihi şahsiyetlerin takvim hayatı belli değilse devreye menkıbevi hayat girer. Menkıbevi hayat, tanınmış ya da tarihe geçmiş kişilerin hayatlarına ait kıssalar, hikâyeler, destanlar şeklinde tanımlanabilir. Yunus hakkında yazılmış birçok hikâye, destan vardır. Bunlardan bir tanesine değinmek gerekirse:

 “Yunus, Tapduk Sultan’ın dergâhında ilim, irfan ve maneviyat uğruna çok uzun yıllar hizmet etmiş fakat kendisine batın âleminden henüz bir şey açılmamıştır. Bu yüzden mürşidine haber vermeden ve izin almadan dergâhı bırakıp dağlara, kırlara düştü. Dağlarda dolaşırken bir gün bir mağara da yedi kişiye rastladı ve onlarla arkadaş oldu. Her akşam yedi kişiden biri dua eder ve bir sini yemek gelirdi. Sıra Yunus’a gelince o da dua ederek “Ya Rabbi, benim yüzümü kara çıkarma! Onlar kimin hürmetine dua ediyorlarsa onun hürmetine beni utandırma!” dedi. O akşam onun duasından sonra o topluluğa iki sini yemek birden geldi. Arkadaşları şaşırıp “Ey arkadaş kimin hürmetine dua ettin?” diye sordular. Yunus, “Önce siz söyleyin” dedi. Arkadaşları, “Biz Tapduk Sultan’ın dergâhında çok uzun yıllar hizmet eden Yunus adındaki bir erin hürmetine dua ederiz.” dediler. Yunus bunu duyunca yaptığı hatayı anlayıp mağara arkadaşlarına veda edip, doğruca dergâha döndü. Tapduk Sultan’ın ayaklarına kapandı ve kendisini bağışlattı.”

Tarihi şahsiyetlerin hayatında önemli olan onların “vazife- görev hayatları”dır.  Tarihi şahsiyetlerin vazife hayatları bizim önümüzü aydınlatır, ufkumuzu genişletir. Tarihi şahsiyetlerin hepsi bir vazifeyle görevlendirilmişlerdir. Yunus, 13. asır sonlarıyla 14. asır başlarında yaşamış bir şahsiyettir ve bu dönem Anadolu Selçuklu Devleti’nin yıkılış dönemine denk gelir. O dönem de herkes Acemce konuşmaya başlamış, yazışmalar Acemce yapılmış, Acemce’den başka dil tanınmıyordu. Yunus böyle bir dönemde çıkıp Türkçe konuşmuş ve Acemce’den başka dil tanımayanlara karşı Türkçe haykırmıştır. Dil yoksa kültürden söz edilemez. Dil, bir milletin her şeyidir, dil giderse millet gider. Yunus bunu zamanında fark edebilen aydın fikirli bir insandır. Yunus’un yüzyıllardır gönüllerde taht kurmasının, hep hatırlanan parlayan bir yıldız olmasının en önemli sebebi de bu milletin diliyle söylemiş olmasıdır. Yunus ve şiirleri üzerine yapılan çalışmalar sonucu şu iki önemli soru zihinleri meşgul etmelidir:

– Yunus’un 20.yüzyılda bir yabancı Türkiyatçıya “Eğer Yunus’un Türkçe’si günümüze kadar yaşatılabilseydi, bugün dünyada konuşulan dillerin en güzeli Türkçe olacaktı!” dedirten o esrarengiz üslubun sırrı neydi?

– Yunus’tan başka daha pek çok şairimiz vardı. Türkçe’yi onlar da düzgün, yanlışsız, hatasız ve pürüzsüz kullanmışlardı. Fakat yine onların pek çoğu zamanla gündemden düşmüş, kendileri hatırlamaz, şiirleri de aranmaz olmuştu. Bunların arasında öyle şairlerimiz vardı ki ölümünden kısa bir müddet sonra nisyanın yani unutulmuşluğun karanlıklarına gömülmüştü. Çok değil, daha bir asır öncesinin “şair-i azamı”nın bile bugün esamisi okunmaz olmuştu. Hâlbuki Bizim Yunus, ölümünden bu yana yedi asır geçmiş olmasına rağmen bütün zindeliği ve canlılığı ile yaşıyor, şiirleri hatta artarak değerini ve güncelliğini koruyor, gündemden hiç düşmüyordu. Bunun sırrı neydi?

Bu soruların cevapları düşünüldüğünde Yunus’un neden büyük olduğu ve neden Bizim olduğu daha iyi anlaşılacaktır.

Bir zaman dünyaya bir adam gelmiş;

 Toprakta devrilmiş, göğe çömelmiş..

Bizim Yunus,

Bizim Yunus… ( Necip Fazıl Kısakürek)

Hazırlayan

Songül Cengiz (Giriş)