Bir Medeniyet Teorisi
Prof. Dr. Yılmaz Özakpınar geliştirdiği medeniyet teorisini dinleyicilere şu sözlerle aktardı:
Bir medeniyet teorisi düşünce macerası 1990 yılında başladı. 1990’da Selçuk Üniversitesi’nde 2. Uluslararası Mevlana Kongresi’nde benim de bir bildirim vardı. Bildirimin başlığı da “Mevlana’nın Modernliği ve Modern Bilim”di. Bu konuşmamda “insanlığın karşı karşıya olduğu problemler karşısında belki Mevlana’nın gerçeğini ve sözlerindeki hikmeti onun zamanındaki insanlardan daha iyi anlıyoruz. Eğer böyle bir düşünce doğru ise medeniyeti bilimle özleştirmek yanlış görünüyor” dedim. Bilim gerçekten insanlığın düşünce seviyesinde yeni bir düzen, yeni bir zihniyet buluşturmuştur, o bakımdan çok değerlidir ama medeniyeti bilimle özdeş tutmamalıyız. Mevlana’dan bahsederken öyle bir sezgi geldi ki bana medeniyet, teknolojiyle bilimle değil de insanın niteliğinin yükselmesiyle ilgili diye düşündüm. Merhamet, yardım, nezaket… Bunlar medeniyetin ölçüleri gibi geldi.
Tam bu sıralar değerli meslektaşım Süleyman Hayri Bolay editör sıfatıyla bana 6 ay süre vererek “Mümtaz Turhan” konusunda bir inceleme kitap olarak yayınlanmak üzere bir araştırma yapmamı istedi. Kabul ettim. İncelemeyi hazırlarken çözemediğim belirleyemediğim bazı noktalar vardı. Bunlardan en önemlisi Mümtaz Turhan’ın kültür ve medeniyet anlayışıydı. Bu anlayış hem Ziya Gökalp’ın anlayışıyla hem de Batılı antropolog ve sosyologların anlayışıyla aşağı yukarı uyumluydu. Gerek Ziya Gökalp’ta olsun gerek Batılı antropolog ve sosyologlarda olsun medeniyet ve kültür ayrımı; etrafımızda, toplum hayatımızda gözlediğimiz öğelere göre yani kültür unsurlarına göre yapılır. Bu kültür unsurlarından bazıları medeniyet olarak nitelenir bazıları kültür olarak nitelenir. Bu bana biraz yanlış geldi çünkü benim gözümde medeniyete dâhil edilen unsurlar da kültürün içerisine girer. Benim bir psikolog olarak anlayışıma göre, gerek kültür olsun gerek medeniyet olsun insanın içgüdüsel ve refleks donanımında hazır vaziyette bulunmayan ve insanın kendi düşünceleriyle eylemleriyle meydana getirdiği her şey kültürün içerisine girer. Yani kültür bir toplumun bütün hayatıdır. O zaman “medeniyet nedir?” sorusu ortaya çıkıyor. İşte insan bu soruya cevap vermek ve kültürden kavramsal olarak ayrı bir medeniyet kavramı inşa etmek problemiyle karşı karşıya kalıyor. İşte Mümtaz Turhan’da batılılaşma meselesinde tatminsizliğe düştüğüm, belirsizlik gördüğüm bir nokta vardı ama bir türlü ne olduğunu belirleyemiyordum. İşte 1995 yılı başlamadan yani bu inceleme görevini aldığımız tarihten 5 yıl sonra o Mevlana bildirisinde bir sezgi halinde olan şeyi rasyonel bir teori haline getirebildim. İşte 1995’ten sonraki baskıları “Kültür Değişmeleri ve Batılılaşma Meselesi” diye yayınlanan “Mümtaz Turhan ve Batılılaşma Meselesi” kitapları bu şekilde ortaya çıktı. Bir medeniyet teorisinin nüvesiyle ortaya çıktı.
Tarihteki medeniyetleri incelediğim zaman eski Mısır medeniyeti eski Mezopotamya medeniyeti eski Çin medeniyeti eski Yunan ve Roma medeniyetleri bunların hepsinde toplum hayatını düzenleyen bir belirleyici inanç gördüm. Bu inanç bu medeniyetlerde, o medeniyetleri yaşayan toplumun bütün kültür hayatını şekillendiren seçici bir rol oynuyor. Hangi eylemleri yapacak hangilerini yapmayacak, hangi kültür unsurları uygun hangileri değil bunlara karar veren, kişilerin ruhunu derinden saran, onlara kültür eserlerini yaratma coşkusunu ve azmini veren bir inanç. Bu inanca bağlı olarak tabi her toplum bir arada durabilmek için davranışları, ilişkileri belirleyen bir ahlak nizamına ihtiyaç duyar. İşte bu ahlak nizamı da bu inancın esasından, ruhundan, niteliğinden ona bağlı olarak doğar. O halde “medeniyet; kültür doğuran, biçimlendiren, nelerin kültüre dâhil olacağını, nelerin dışta bırakılacağını tayin eden bir inanç ve ahlak nizamıdır” anlayışına geldim. Böyle bir inanç ve ahlak nizamı bizim tarihimizde de var. Özellikle Anadolu’ya girdikten sonra bu inanç Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar 1000 sene insanların hayatını şekillendirdi, eylemlerini belirledi, zevklerini oluşturdu. Düşüncelerini yükseltti, çalışma azmi verdi. Eğer böyleyse o zaman Ziya Gökalp’ın bize tanıttığı Batı medeniyetine girme ideali bizde nasıl olur?
Ziya Gökalp’a göre “Medeniyet bilimdir, onun sonucu olan teknolojidir.” Yani insanların gözle görülebilir elle tutabilir başarıları… Yani şiirler, destanlar, çocuk bakım usulleri, değerler bunlar kültüre girer ama telefon, telgraf, işte diğer teknolojik başarılar ve son 300 yılda gelişen bilim medeniyete girer. Bunun savunulmazlığına işaret yaptım. Benim geliştirdiğim medeniyet teorisi yani insanların ruhunu saran onlara çalışma aşkı veren, coşku veren ve bu coşkuyla bu azimle büyük kültür eserleri yaratma yolunu açan bir inanç ve ahlak nizamıdır. Bu inanç rasyonel inançtır. Çünkü antropologlar ilkel denilen kabileleri incelerken onları biraz aşağı konumda gördüler. Bazıları istihfafla, basitlikle sırf göreneklerle yaşamayla hakir gördüler. Bu tarz nitelemelerle ilkel kültürü medeni dedikleri Batı dünyasının sahip olduğu şeylere sahip olmama durumuyla yani Batı medeniyeti ve kültüründe var olanlara sahip olmamakla suçladılar.
Nedir ilkelliği belirleyen ve yahut nedir medeniyeti oluşturan temeller gibi sorular sorulur. Ben bu ayrımı bu teoriyle yaptım. Tabi her bilimsel teori gibi eleştiriye açık, gözlenecek yeni olgular karşısında bağdaşmazlıkların, yanlışlıkların gösterilmelerine açık. Bunun bilincinde olarak teoriyi söylüyorum yolcu. İlk defam olarak medeniyet ve kültürü bir bilimsel teoriyle anlamaya çalıştık. Tasvir yaparak değil şu öğeler medeniyete girer bu öğeler kültüre girer veyahut bana benzeyenler medenidir, benim yaptığım şeylerden mahrum olanlar ilkeldir şeklinde değil. Bir kere geliştirdiğim medeniyet teorisi ilkel kültürle de bağdaşıyor. Alışılmış olanı kullanmak için ben de ilkel diyorum ama bir bilimsel, kavramsal ayırıma dayanarak ilkel diyorum. Medeniyet ruhları saran bir inançtır. Şimdi burada ilkel kültürle mukayese ederken buna şu nitelemeyi katmalıyım. Medeniyet; toplum yapısını, kültürünü belirleyen rasyonel bir inançtır. Dolayısıyla medeniyete bağlı kültürler değişmeye açıktır. Rasyonel olduğu için muhakeme edebilirsiniz, muhasebesini yapabilirsiniz. Neler benim inanç ve ahlak nizamıma uygundur, neler inanç ve ahlak nizamıma uygun değildir? Bunun muhasebesi yapılabilir. Ama ilkel dediğimiz kültürde de bir inanç vardır çünkü bu olmadan toplum üyelerinin bir arada durması, ortaklaşa kurallara tabi olması mümkün değildir. Bütün eylemleri belirleyen ortaklaşa bir inanç olmasa ya bir araya gelip duramaz dağılırlar veyahut da birbirini boğazlarlar. Bir toplum ilkel veya medeni bir arada duruyor, işliyorsa orada bir inanç ve ahlak nizamı vardır.
Hazırlayan
Kübra Us (Gelişme 2)

