*Bu yazı, KOCAV 2021-2022 Bahar Dönemi Seminerleri Giriş sınıfı ödevidir.
Enis BİLİCİLER
Dünyada meydana gelen değişimler, yenilikler ve gelişmeler sürekli olarak yatay bir eksende dikey ivme alan bir yapıya sahip olmamıştır, öyle ki bu gelişmeler çoğu zaman istikrarsız bir şekilde ivmelenmiştir. Bunun neticesi olarak dünya ve halkları devamlı olarak gelişim göstermemiş aksine gerilemeler de yaşamıştır. Dünya üzerindeki bu değişimlerin ve gelişmelerin özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra Edward. N. Lorenz’in ortaya koyduğu kelebek etkisini gösterdiği saptanabilir bir olgudur çünkü Sanayi Devrimi ile dünya hakları lokal ve mikro yapılarından ayrılarak artık küresel ve birbiriyle olan ilişkileri kapsamında kolay erişilebilen bir yapıya sahiptir. Bu durumun zannımca en iyi açıklaması şudur: ‘‘İçinde bulunduğumuz dönemde dünya küresel bir köye dönüşmüştür.’’ (AKSÜ, M.S. (1997),Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Eylül-Aralık, s.21.)Dünyanın küresel bir köye dönüşmesi; beraberinde küresel sorunları, küresel endüstrileri vb. meydana getirmiştir aynı zamanda tüm bu küresel etkiye sahip gelişmeler halkları oldukça kolay etkilemekte ve beraberinde menfaatler, zararlar doğurabilmektedir.
Dünya tarihi bakımından özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşları tüm dünyayı etkileyen küresel bir sorun olmuş ve beraberinde ekonomik krizleri, göçleri, ölümleri doğurmuştur. 19. ve 20. yüzyılda geniş etkilere sahip olan savaş olgusu 21. yüzyılda dünya çapında meydana gelmemiş olsa da küresel bir köye dönüşen dünyada lokal savaşlar beraberinde artık küresel sorunları meydana getirmektedir. Bu kapsamda dünyada meydana gelen gelişmelerin Türkiye üzerindeki etkilerini savaş, göç, ekonomi, sağlık ve kültürel bağlamda değerlendirilmesi yapılacaktır.
Savaş; tarihsel devirlerin her döneminde var olan, etkileri bakımından çevresel ve yerel etkilere sahip bir olgudur. Savaş kavramında olgu denmesinin en büyük nedeni dünya tarihi bakımından sürekli olarak meydana gelmesi ve beraberinde birtakım sonuçlar doğurmasıdır. Bu sonuçların en önemlisi küresel etkiye sahip yani çevreyi etkileyen etkileridir zira savaşın bu etkisinden hem küresel bir köy olan dünyanın tüm halkları hem de savaşın muhatabı olan halklar birlikte etkilenmektedirler. 1. Dünya savaşı 1929 yılında başlayıp 1930’lu yılların sonlarında kadar devam etmiş, her ne kadar merkezi olarak ABD ve Avrupa’yı etkilese de tüm dünyada yıkıcı etkiler doğurmuştur örneğin Türkiye, savaşın ve onun doğurduğu ekonomik buhranın etkilerini bertaraf edebilmek için ekonomi politikasını değiştirmek zorunda kalmıştır. Günümüz 21. yüzyılında ise kullanılan silahların teknoloji ile gelişmesi, etkilerinin arttırılması nedeniyle olumsuz etkiler daha uzun süreli olmaya başlamıştır ve beraberinde göç olgusunu doğurmaya başlamıştır. ‘‘Bombardımanlarla kullanılamaz hale getirilen altyapı, yok edilen ormanlar, verimsizleştirilen topraklar, radyoaktif kirlilik, kirletilerek kullanılamayacak hale getirilen yer üstü ve yeraltı su kaynakları savaş sonrası dönemde insan kayıplarına, hatta büyük göçlere sebep olmuştur.’’ (Soysal, A. (2005), s.48.) Bugün en büyük örneğini 15 Mart 2011 tarihinde başlayan Suriye iç savaşında görmekteyiz, zira BMMYK’nın sunmuş olduğu 2014 Nisan tarihli verilerde 3 milyona yakın mültecinin çeşitli ülkelere göç ettiğini bildirilmiştir ve göç edilen ana merkezin coğrafi yakınlığı nedeni itibariyle Türkiye olduğu da saptanmıştır. Suriye iç savaşının göç olgusuna neden olduğu ve bunun neticesinde Türkiye’de bir mülteci sorunu başladığı çok açıktır.
Türkiye’ye olan göç dalgasında Türkiye halk sağlığı önemli oranda etkilenmiştir çünkü Suriye’nin mevcut halk sağlığı alt yapısı ve koşulları Türkiye ile kıyaslandığında yetersiz kalmaktadır. Suriye halkı yeterli sağlık imkanına sahip olmamakla beraber hastalık popülasyonu olarak da Türk halkından farklılık göstermektedir. Örneğin 2015 Orsam raporuna göre sınır illerinde yoğun göç alan illerimiz olmakla beraber Türkiye’de görülmeyen bir hastalık olan çocuk felci görülmeye başlanmıştır, bunun yanında kızamık ve şark yarası adı verilen hastalıklarda görülmeye başlanmıştır. Bu durum Türkiye’nin halk sağlığı açısından riske girdiğinin ve göçün hem mültecilere hem de mütemekkinler için halk sağlığı açısından önemli etkileri olduğunun göstergelerinden biridir. Suriye’den göç eden mülteciler yerel dil olan Türkçeyi bilmedikleri için çoğu zaman sağlık hizmetlerinden yararlanırken sorunlarla karşılaşabilmeleri muhtemeldir, bunun yanı sıra sağlık çalışanlarının da mültecilere müdahale ederken onları anlamamaları tedavi açısından büyük risklere neden olabilme ihtimalini doğurmaktadır. Her ne kadar hastane gibi yerlerde tercüman bulunuyor olsa da hastanelerde var olan tercüman sayısı kanaatimce yetersizdir.
Suriyeli mülteci ve diğer göçlerin sağlık üzerindeki halk sağlığı etkisini doğrudan etkileyen ancak farklı unsurları da bulunan bir diğer husus, alt yapı problemi olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki Türkiye’deki sağlık alanında yapılan alt yapı çalışmaları mevcut doğum oranları dikkate alınarak bir diğer deyişle nüfus projeksiyonu kapsamında geliştirilmektedir. Suriye’den Türkiye’ye göç eden muhacirler, var olan bu nüfus projeksiyonunu yanıltmakla beraber önemli ölçüde nüfus artışına sebep olmuştur. O halde alt yapı hizmetleri nüfus baz alınarak yapıldığı için Türkiye’de yeni alt yapı ihtiyaçları doğmuştur. Özellikle hastane ve hastanenin önemli bileşenleri olan yoğun bakım, yeni doğan servisi, acil servis gibi bölümlerin yükü artmış ve yeni ihtiyaçlar doğmuştur. Burada değinilmesi gerektiğini düşündüğüm bir nokta da Covid-19 salgınıdır. Covid-19 salgını Türkiye’de yaşayan toplumu önemli derecede etkilemiş ve yoğun bakım, solunum cihazı ihtiyaçlarını üst kademeye çıkartmıştır. Yapılan analizlerde hem Türk vatandaşları için hem Suriyeli mülteciler ve diğer göçmen vatandaşlar için yoğun bakım ve solunum cihazı sayıları yetersiz kalmış ve yeni ihtiyaçlar doğurmuştur. 2015 yılında yayımlanan Orsam raporuna göre Türkiye’deki hastanelere kamplardan yarım milyona yakın hasta nakli gerçekleşmiş, Türkiye’de ameliyat edilen hasta sayısı 200.000’in üzerine çıkmış ve 35.000 Suriyeli yeni doğum meydana gelmiştir. Raporda sınır illerindeki sağlık hizmetinin %30-%40’ının Suriyeli göçmenlere verildiği de belirtilmiştir. Bu rapordan da anlaşılacağı üzerine Türkiye’de hem mevcut halk hem de mülteciler açısından bir sağlık alt yapısı eksikliği söz konusu meydana gelmiştir. Kanaatimce, mültecilerin Türk topraklarına dahil edilmesinin önemle dikkat edilmesi gerektiği ve kontrolsüz göçün önüne geçilmesi elzemdir. Göç eden mülteciler topraklarımıza girer girmez bu konu kapsamında detaylı olarak tüm muayeneleri yapılmalı ve birer sağlık raporları oluşturulmalı, elbette ki bu konu titizlikle incelenmeli. Sınır illerimizde yalnızca mültecilere hizmet verecek yeni hastane ve sağlık ocakları kurulmalı çünkü hastalığa göre ve hasta profiline göre kürsağlanması halk sağlığının korunması için en kritik önlemdir. Bunun yanı sıra yoğun göç alan illerimizdeki hastanelerde birden fazla dil bilen tercümanlara yer verilmeli ve doğrudan hasta profili ile iletişim kurulabilmelidir. Göçmenlerin aşılanma, koruyucu önlemler gibi halk sağlığını doğrudan etkileyen hizmetler titizlikle denetlenmeli ve mecburi kılınmalıdır. Bu önlemler halihazırda var olan halk sağlığı etkilerini azaltmak için uygulanabilecek önlemlerdir ancak dünyanın sürekli değişmesi münasebetiyle gelecek yıllarda önemlerin farklılaşması söz konusu olabilecektir. Örneğin Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Türkiye, Ukraynalı göçmenlere deev sahipliği yapmaktadır, bu sebeple Ukrayna’da var olan ancak Türkiye’de mevcut olmayan birtakım hastalıklar ve sağlık sorunları söz konusu olabilecektir. Ukraynalı göçmenler, Türkiye’deki nüfus projeksiyonunu yeniden bozarak ani bir nüfus artışına sebep olmakla beraber yeni alt yapı ihtiyaçlarını da beraberinde doğuracaktır bu nedenle yukarıda saydığımız çözüm önerileri güncellenmeli, değiştirilmeli ve revizyona uğramalıdır. Zira artık Ukrayna’nın dilini bilen tercümanlara da ihtiyaç duyulacak ve Ukraynalı hasta profiline uygun sağlık hizmeti verilmesi gerekecektir. Türkiye gibi sağlık turizminin bu kadar etkili ve geniş olduğu bir ülkede bu önlemlerin alınması kanaatimce zor olmamalıdır.
Ekonomi muhakkak ki dünya üzerinde var olan tüm devletler için vazgeçilmez bir unsundur zira bir ülkenin ekonomisi ne kadar büyük ise dünya çapında o kadar söz sahibi olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Söz sahibi olma kısmını biraz açmak gerekmektedir çünkü dünyada söz sahibi olabilmek; dış tehditlere karşı savunma yapabilme, kendi kendine yetebilme, dış bağlamda güçlü etkilere sahip olma ve küresel konularda karar verebilme yetkinliğine sahip olmak anlamına gelmektedir. Sanayi Devrimi’nden sonra dünyada hızlı bir ekonomi devrimi gerçekleşmiş ve üretim, istihdam gibi kavramlar meydana gelmiştir. Nihayet 2. Dünya Savaşı sonunda artık silahlı bir savaşın akla yatkın olmadığı bunun yerine ekonomi savaşlarının önem verildiği bir döneme geçilmiştir. Bu Soğuk Savaş döneminde dünya hem küresel bir hale gelmiş hem de kutuplaşmıştır.Türkiye bulunduğu coğrafi konum nedeniyle tüm ekonomik bağlantıların kilit noktası hatta merkezidir. Türkiye sahip olduğu Asya’yı ve Avrupa’yı birbirine bağlayan boğazları nedeniyle küresel ticaret hayatının vazgeçilmez bir unsurudur ancak Türkiye’nin coğrafi konumu ile çevresinde meydana gelen ticari ve ekonomik sirkülasyondan etkilenme ihtimali bir hayli yüksek bir ülkedir. Örneğin Türkiye, Orta Doğu’da meydana gelen Süveyş krizi veAmerika’nın bölgesel gelişimlerinden oldukça etkilenmiştir.
Ukrayna ve Rusya arasında çıkan savaşta Türkiye’ye sevkiyatının gerçekleşmesi gereken ayçiçeği yağı, sevkiyatı gecikmiş bu durum ülkede bir anda ayçiçeği yağında yoğun fiyat artışına sebep olup uzun yağ kuyruklarına, birden fazla yağ alamama yasaklarına neden olmuş, Türkiye’de bir ayçiçeği krizinin başlamasını tetikleyecek bir rol alarak ekonomiyi zarara uğratmıştır. Ülkelerin birbirleriyle olan savaşlarında ayrıca devlet organlarının açıklamaları da dış ticareti büyük ölçüde etkilemektedir. Türkiye’nin İsrail’in Filistin’e işgali mevzusunda yapmış olduğu açıklamalar, Suriye iç savaşı mevzusundaki açıklamaları her ne kadar hakkı savunur nitelikte olsa da Türk dış ticaretini sekteye uğratmıştır. Örneğin ‘‘2010 yılında Suriye ile ticaret hacmi 2 milyar 297 milyon dolar hacminde iken 2011 yılında ise 1 milyar 946 milyon dolar olurken 2012 yılının 8 aylık dönemi itibariyle 400 milyon dolara gerilemiştir.’’ (Canyurt, D. (2015), s.139.)
Türk ekonomisinin bel kemiğini oluşturan unsurlardan bir tanesi de turizmdir. Turizm mevcut yüzyılda artık küresel bir endüstridir ve bu endüstrinin vazgeçilmez öncülerinden bir tanesi Türkiye’dir, zira Türkiye doğal güzellikler bakımından oldukça zengin bir yapıya sahiptir. ‘‘Turizm bugün, Akdeniz ve Ege bölgelerimiz başta olmak üzere bütün ülkemiz açısından adeta bir umut endüstrisi olarak görülmektedir. Bu nedenle de turizm endüstrisi, Türkiye’nin ekonomik kalkınma stratejilerinde çok önemli bir rol üstlenmektedir.’’ (Bilgiçli, İ. &Altınkaynak, F. (2016), s.561.) Öyle ki turizm endüstrisi, bir ülkede ekonomik açıdan eksiklik bulunuyor ise bunu törpüleyici ve kapatıcı özelliğe sahip bir gelir kaynağıdır. Dünya ülkelerinde meydana gelen pek çok değişiklik Türk turizm endüstrisini ve bunun doğal sonucu olarak da Türk ekonomisi doğrudan etkilemektedir. Japonya’da meydana gelen tsunami felaketinden sonra Türkiye’de Japon turist sayısı artmıştır. Somut rakamlara göre Japonya’daki doğal afetten sonra Türkiye’ye gelen Japon turist sayısı %6,4 artmıştır. Turizm denince akla yalnızca doğal güzellik ziyaretleri gelmemelidir; bunun dışında sağlık turizmi, Türk ekonomisi açısından önemli bir yere sahiptir. Türkiye, sağlık turizminde öncü ülkeler konumunda yer almaktadır, bunun en temel nedeni dünya çapında yenilenen teknolojik imkânlara direkt sahip olabiliyor olması ve bu teknolojik imkanlarla hastalara tedavileri daha uygun bir fiyatla sunabiliyor olmasıdır. TÜİK verilerine göre 2021 yılında 642.444 yurt dışı kaynaklı kişi tedavi almıştır ve 1.048.549 milyon ABD doları Türk ekonomisine katılmıştır. Sağlık turizmindeki bu ilginin en büyük temeli yukarda da değinildiği gibi dünyadaki teknolojik gelişmelerin Türkiye tarafından dikkatle takip edilmesi ve tatbikinin ivedilikle yapılmasıdır.
Turizm sektörü; terör, savaş, kültürel nedenlerden oldukça çabuk etkilenebilen kırılgan bir yapıya sahiptir. Türkiye kurulduğu tarihten itibaren çeşitli terör örgütleriyle mücadele etmiştir ve bu terör örgütleri genel itibariyle dış güçler tarafından kontrol edilmekteydi. Türkiye’de terör olaylarının arttığı dönemlerde dünya basını sürekli olarak bu konuları gözler önüne sermiştir ve Türkiye’nin güvenli olmayan bölge listesine koyulması yönünde spekülatif söylemlere imza atmışlardır. Bu durum Türkiye’deki turist sayısının azalmasına neden olmuş ve Türk turizm endüstrisi önemli zarara uğramıştır.
Küreselleşme sebebiyle dünyadaki en ufak bir gelişmeden bu derece etkilenen ekonomi açısından neler yapılabileceği farklı teoriler içermekle beraber kanaatimce çözüme ulaşması bir hayli zor olan bir husustur çünkü Türkiye’nin kalkınma planları kısa dönemli planlanarak yapılmaktadır bunun sonucu olarak perspektif dar tutuluyor ve ekonomik yapı son derece kırılgan bir hal alıyor, oysaki ekonomik perspektifin uzun bir dönem için yapılması hem dıştan gelen etkilere karşı bir koruma gücü görürken hem de kalkınmada istikrarın oluşmasını sağlayacaktır ancak göç, savaş gibi önceden düşünülemeyen hususlardan etkilenmeyecek bir ekonomik sistem, Türkiye için mümkün görülmemektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere Türkiye, konumu ve önemi itibariyle kendi merkezi dışında gelişen her türlü olaydan etkilenmektedir ve bu etkilerin tamamı halkta karşılık bulmaktadır. Savaş, ekonomik kriz, göç ve terörizmin etkileri Türkiye için kronik bir sorun hale gelmekle beraber çözüm önerileri daima zayıf görülmüştür. Bu konuya değinmemin en temel nedeni Türkiye’nin küreselleşen dünyadaki tüm etkilere ve gelişmelere açık olduğunu saptamamdır, zira yukarıda gösterilen tüm örneklerde Türkiye’nin hem savaş olgusundan göç olayları ile etkilendiği ve mülteci sorunlarına sahip olduğunu bunun birtakım ekonomik ve sosyal zararları bulunduğunu hem de lokal pazarlarda meydana gelen finansal değişimlerden çabucak etkilendiğini göstermeye çalıştım. Çözüm önerilerinin sürekli olarak güncellenmesi, yeni olaylara adapte edilmesi gerektiği görüşünü de savunmaktayım.
Kaynakça
Bilgiçli, İ. &Altınkaynak, F. (2016). Turizm Endüstrisinin Türkiye Ekonomisi İçindeki Yerive Önemi; Ekonomi Paradigmasıyla Yaklaşım. Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, ICAFR 16 Özel Sayısı, s. 560-580.
Aksü, M.S. (1997) Anatolia: Turizm Araştırmaları Dergisi, Yıl:8, Türkçe-Eylül-Aralık, s.21-24.
Çoltu, S. & Öztürk, S. (2018). Suriyeli Mültecilerin Türkiye Ekonomisine Etkileri. Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 7 (13), s. 188-198.
Darıcan, M. F. (2013). Ekonomik Krizler ve Türkiye. İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi, 5 (17), s. 39-46.
Küçükvatan, M. (2011). Soğuk Savaşın Türk Dış Politikasına Etkileri ve 1957 Türkiye-Suriye Bunalımı. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, 11 (23), s. 73-91.
Soysal, Ahmet (2005), “Birinci, İkinci Körfez Savaşları ve Çevre”, Irak’ta Savaş ve Sağlık, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, Ankara, s. 47-53.
Akköz Çevik, S. (2016). Suriye’den Türkiye’ye Göç’ün Etkileri. Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 5 (2), s. 80-83.
Aydın, D., Şahin, N., Akay, B. (2017). Göç Olayının Çocuk Sağlığı Üzerine Etkileri. İzmir Dr. Behçet Uz Çocuk Hast. Dergisi, 7(1), 8-14
Aydoğan S, Metintas S. Türkiye’ye Gelen Dış Göç ve Sağlığa Etkileri. Türk Dünyası Uygulama Ve Araştırma Merkezi Halk Sağlığı Dergisi. 2017; 2(2),37-45.
Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı. Türkiye’deki Suriyeli Sığınmacılar. Ankara 2013.ss:14-55
Canyurt, D., (2015) Suriye Gelişmeleri Sonrası Suriyeli Mülteciler: Türkiye’de Riskler. Akademik Bakış Dergisi. 2015; 48, 127-146
Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi. Suriye’ye KomşuÜlkelerde Suriyeli Mültecilerin Durumu: Bulgular,
Sonuçlar ve Öneriler. Orsam Rapor No: 189, Ankara 2014
Mazlumder. Kamp Dışında Yaşayan Suriyeli KadınSığınmacılar Raporu. Mayıs 2014.
Orhan O, Gündoğar S. S. Suriyeli Sığınmacıların Türkiye’ye Etkileri. Orsam Rapor No: 195, 1-40.Ocak 2015.