15 Ekim 2024

Bir “Fenâfi’d-devle ve’l-mille Adamı”: Mehmet Niyazi Özdemir

Mehmed Niyazi, kitap sayfalarında, dergilerde ve radyolarda açıklanmayı bekleyen konuların tartışılmasını sağlamış, ruhun varlığını bilerek ve ruhu yaşatarak tarihiyle, felsefesiyle millet meselelerini kaleme almış gelecek kuşağa seslenmiştir. Kaleminin kuvvetini, tam manasıyla anlaşılmadığını düşündüğü konuların doğru bir şekilde aktarılması gayesiyle ustaca kullanmış, gazete ve dergilerde tefrika halinde kalmış yahut yayınlanmış sayısız eser hazırlamıştır. Ömrünün tasarrufunu ilmi eserler hazırlamak üzerine yapan velud bir mütefekkir olarak Mehmed Niyazi, Türk kültür dünyasına faydalı olmayı bir vazife, gönül borcu saymakla hayat felsefesi haline getirmiştir. Bunun içinde bildiklerini aktarmak noktasında herkesin ulaşabileceği şekilde, herkese ulaşabilecek bir tonda ve kuvvette sesini gür tutmuştur.

Yazdığı süreç içerisinde radyoda insanlara ulaşmayı başaran eseri Çanakkale Mahşeri’yle Türk toplumunun duygularını harekete geçiren Mehmed Niyazi, tarh sayfalarında unutulmaya yüz tutan olayları canlandırmış, oldukça kritik bir dönemde bilinmeyenleri çalışarak toplumun hafızasında yer etmesini sağlamıştır. İnsanın ruhuna dokunduğu kadar ifadelerin ruhunu sunarak Türk tarihinin, Türk devletinin, İslam devletinin felsefesini kitaplarına konu ve başlık edinmiştir. Meselelerini Türkiye’nin meselelerinden almış, tarih şuuruyla ve hukukçu kimliğiyle sanatını, edebiyatını, mizacını yorumlamıştır. Sosyal Bilimler alanında etkili olan eserleri kadar insanın özüne dokunan yaklaşımlarıyla da gelecek kuşaklara yollar açmıştır.

Deliler ve Dahiler

Marmara Kıraathanesi’nin Mehmed Niyazi, için oldukça önemli bir yeri vardır. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başlamasıyla birlikte her akşam gideceği ve birbirinden farklı ilmi sohbetlere şahitlik edeceği, birbirinden farklı insanla tanışacağı Marmara Kıraathanesi, Deliler ve Dahiler romanının da konusu olmuştur. Mehmed Niyazi, burada tanıştığı insanlardan, şahit olduğu fikri kavgalardan, masalara konuk olan ve tartışmalara konu olan her şeyden bir ifadeyle “Halk Akademisi” olarak bahsetmiş ve buradan istifadesinden kıymetli anılarıyla söz etmiştir.

Hayatında önemli bir yer tutan Marmara Kıraathanesi kapatıldıktan sonra bulunduğu yerlerde meclisleri oluşturmuştur. Yazdığı, yazacağı yahut tartışacağı her konunun heyecanını bu meclislerde paylaşmıştır. Keza bu hissin bitmeyen bir tutku olmasından gerek çalışmalarını sürdürmek ve insanlara, dostlarına yakın olmak gayesiyle İSAM’da çalışmalarına devam etmiştir. Çalışmalarını yapmakta ağır kalmamak gayesiyle de evini dahi İSAM’a yakın bir yere taşımıştır.

Geleceğe Bir Ümit

Mehmed Niyazi, merak edenin, ümidini yitirenin ve ilmi gayret sarfıyla fayda sağlamak isteyen yüzlerce kişinin birinci kaynağı olmuştur. Çalışmaktan vazgeçmediği gibi içindeki ışığın ulaşacağı en uzak yerlere dokunması için gayret etmiştir. KOCAV’da, İSAM’da ve çeşitli meclislerde onunla karşılaşabilmek ve onun sohbetine kenardan da olsa dahil olabilmek için bekleyen talebelerinin hizmetinde olabilmek, çalışmalarını sürdürebilmek için de ömrünün son dönemlerini bu çevrede geçirmiştir. İnsanın içindeki merakın akıl yoluyla kazandığı ve Batı tekelinde incelendiği bir dünyada ruhu besleyen maneviyatın ve değerlerin bulunması gerektiğini açıkça anlatarak çevresine ışık olmuştur.

Kendisinin de gençlik yıllarında başvurduğu kişilere dair bitmeyen hasreti ve övgülerinin arasında yaşamaya dair bugüne kalan, en ulaşılabilir sesiyle, yazılarına da bu şiarda devam etmiştir. “İnsanda esrarlı, ele avuca gelmez, keşfedici ve yapıcı bir yetenek vardır ki, bu onu diğer canlılardan ayıran en önemli özelliktir” diyerek insanın sahip olduğu hasletlerden birisini tanımladığı gibi yaşamış ve yaşanması için de bir ümit olarak yaşamıştır. Bıraktığı eserleriyle de yaşatmaktadır.

Zengin Ufkun Duygularına Hasret

Mehmed Niyazi, bir yazısında insanların yaşadıkları toplumsal değişimi sosyal intihar olarak değerlendirerek hayata dair sadece ihtiyaçların var olduğu ve bu ihtiyaçların biyolojik varlık olmanın ötesine geçemediği vurgusunu yapmıştır. Oysa şahsiyetin özellikleri, ihtiyaçların çeşitliliği gibi temellerle isimlendirilmiş, yüce duygulara hasret bir varlık olarak anılmak ne güzeldir. “Hangisi yetişen nesilleri büyük heyecanların, ulvi ihtirasların insanı yapmaya yöneliktir?” sorusuyla bitirdiği yazısından bizlere yerini yurdunu değil, nasıl anlaşılacağını gösterdiği hasret, her satırında her sözünden ona duyulan hasretle büyümektedir.

1942 yılında Akyazı’da dünyaya gelen Mehmed Niyazi Özdemir, İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tahsil hayatını sürdürmüştür. Almanya’da doktora çalışmalarını Türk Kamu Hukukunda Temel Hürriyetler üzerine tamamlamıştır. Marlburg, Bonn ve Köln üniversitelerinde doktora sürecini sürdüren Mehmed Niyazi, 1988 yılında Türkiye’ye dönmüştür.

Mehmed Niyazi Özdemir, geçmiş nesillerin mirası olan kültürü yaşatılan motifleriyle, eserleriyle kaldırıldığı raftan alıp işlemeyi emanet aldığı gibi 11 Mayıs 2018 gününe kadar da bugüne ulaşacak emanetleri sunmak gayretinden vazgeçmemiştir. Hasretin makamı olan gönüllerde yaşayan emanetinin vazifede olmak safhasını tamamlayan Mehmed Niyazi, Marmara İlahiyat Fakültesi Camii’nde gerçekleştirilen cenazesinin ardından Karacaahmet Mezarlığına defnedilmiştir. Bir veda olarak anmaktan, biyolojik varlığıyla ihtiyaç duymaktan öte büyük bir hasret ve anlamak çabasıyla Allah’tan rahmet diliyoruz.

Mehmed Niyazi ÖZDEMİR’in Ardından

“Devamlı ya Bir Şeyler Öğretir ya da Öğrenirdi”

“Tarihimizin acı ve hüzünlü sayfalarını tarihi romanlarına konu edinen Mehmed Niyazi Hoca, Türk Milleti ve bilhassa gençliğinin kendi öz değerleriyle şekillenmesi, tarihine ve mazisine karşı daha duyarlı hale gelmesini ve bundan dolayı da milli hassasiyetlerinin gelişmesi, milli şuurlarının uyanık kalmasını sağlamayı hedef edinmiştir. Ayrıca romanlarındaki gerçek kahramanlar sayesinde resmi tarih kayıtlarında yer almayan ama var olan düşünce ile eylemleri okuyucusunun hafızasına nakşetmiş ve onlarda mevcut olan önyargıları ve yanlış bilgileri tashih etme yolunda büyük adımlar atmıştır. Bununla da yetinmeyen Hoca, geçmişe bakarak bugünkü olaylara da projeksiyon tutan, perspektif getiren bir anlayış içerisinde olmuştur.

Gerek Bayezid Devlet Kütüphanesi’nde gerekse İSAM Kütüphanesi’nde Hoca, eğer okumuyorsa veya yazmıyorsa ve aynı mekân içindeyse, o vermiş olduğu çay molalarında hemen etrafında insanlar toplanır, mevcut bulunan insanların seviyesine göre bir sohbet ortamı başlardı. Hocaya sanırım Marmara Kıraathanesi’nden varis kalan bu sohbet ortamları, Mehmed Niyazi Hoca’nın zorunlu ihtiyaçları haricinde neredeyse aralıksız olarak devam etmiştir. O, çay vaktini bile boşa harcamaz devamlı ya bir şeyler öğretir veya bir şeyler öğrenmeye çalışırdı. Kendisine ulaşmak ise kolaydı. Bir selam vermek yeterliydi.”

Hayrullah CENGİZ

“Mehmet Niyazi Sohbet Ehlinin Zirvesiydi”

Merhum Niyazi ağabeyi ilk olarak lise yıllarında okuduğum “Varolmak Kavgası” isimli romanıyla tanıdım. Eser beni çok etkilemiş ve bir solukta okumuştum. Roman kahramanı idealist Murat öğretmene imrenmiş, daha o yaşlarda kendime model ve örnek almıştım.

Hukuk öğrenimimi yapmak üzere İstanbul’a geldiğimde yüz yüze tanışma imkânı da buldum. Onlarca sohbetinde bulundum ve konferanslarını dinledim. Fakat bu tanışıklık selamlaşmadan öteye pek gitmedi.

Niyazi ağabey ile yakın tanışıklığım ve dostluğum Kültür Ocağı Vakfı’nda verdiği bir konferansla başladı. Kendisi KOCAV’ı çok sevdi. Vakıfta yürütülen faaliyetlerin samimiyeti ve kalitesi kendisini çok etkiledi.  KOCAV’dan gelen hiçbir talep ve daveti geri çevirmedi; KOCAV Seminerlerinde hocalık yaptı. Sayısız konferans verdi Divan Sohbeti yaptı. KOCAV Kitapevi’nin açılışını yaptı. Hiç idari görev sevmemesine rağmen KOCAV Meclisi Üyesi oldu. Yeri geldi burs verdi. Kısaca KOCAV’ın üzerinden elini hiç çekmedi ve KOCAV’ın bu günlere gelmesinde çok önemli katkılarda bulundu.

Hayatımda tanıdığım en güzel insanlardan biriydi. Çok kibar ve zarifti. İnsanları sever ve değer verirdi. Hiç kimseye yük olmak istemezdi. Etrafında kendisini çok seven yüzlerce genç vardı. Ancak o bırakın gençleri kullanmayı yük olmamak için bir bardak çay ve su bile istemekten imtina eder, kendi alıp içmeyi tercih ederdi. Merhametliydi; tanıdığım sürece bırakın insanı tek bir canlıyı bile incittiğini görmedim de duymadım da.  

Sabırlıydı. Çok hastalıkla mücadele etti. Hastanelerde yattı. Ancak ben halinden hiç şikayetçi olduğunu görmedim. Sitem veya serzeniş bile etmezdi. Bir kez dahi “öf” dediğini duymadım.

Son derece mütevazı idi. Mevzu kendisi olduğunda son derece mahcuptu. Gösterişi sevmezdi. Son derece mütevazı giyinir ve yaşardı. Lüks ve konfor kabul edilebilecek ne bir eşyasına ne de davranışına şahit olmadım. Tevazuu sadece yaşam tarzında değildi. Yazarlığı konusunda da aynı tavrı gösterirdi. Asla en yetkin benim demez, çalışmalarını yakın arkadaşlarına mutlaka okutur ve kontrol ettirirdi.

Çok çalışkandı. Yemeyi içmeyi unutacak kadar çok çalışırdı. Sabah kütüphaneye ilk gelenlerdendi. Tabi ki akşam da en son çıkanlardan. Bir tarihçi olarak yazılması gereken çok eser varmış da ömrü yetmeyecekmiş gibi çalışırdı. Gerçekten de çok eski, uzun ve derin bir Türk tarihi vardı ve Niyazi ağabey bunların hepsini yazmak istiyordu. Eserlerine bakıldığında bunu kısmen de olsa başardığını görüyoruz.

Dürüst ve onurluydu. Kimsenin tek kuruşuna tenezzül etmez, inanmadığı hiçbir şeyi yazmazdı. Tutamayacağı sözü vermezdi, verdiğinde de mutlaka tutardı. Hiç unutmam kendisiyle bir Bursa yolculuğumuz olmuştu. Niyazi ağabey, aynı zamanda müvekkilim olan bir iş insanına mal vermesi için bir tanıdığını göndermiş o da malı vermiş. Ancak malı alan parayı ödemeyince iş insanı Niyazi ağabeyi arıyor. Borçlu Bursa’da yaşadığı için alacaklı, Niyazi ağabey ve ben Bursa’ya gittik. Yolculuk boyunca borçlu ödemezse parayı kendisinin ödeyeceğinde ısrar etti. Allah’tan Bursa’dan parayı tahsil ettik de Niyazi ağabey ödemek zorunda kalmadı. O gün Niyazi ağabeyin tam günü gitti. Yoğunluğunu göz önüne aldığımızda sırf kefaletinin arkasında durmak için yaptığı fedakarlığı siz takdir edin.

Bana kalırsa bu saydıklarımızdan da daha önemli özelliği “sohbet ehli” olmasıydı. Sohbet kültürünün son temsilcilerindendi, hatta zirvesiydi. Sohbete başlaması için ne zamana ne mekâna ne de konuya ihtiyacı olurdu. Yaklaşık 30 saniye içinde çok ilgi çeken bir konuda sohbeti başlatır ve soluksuz dinletirdi. Kadırga’da oturduğu dönemlerde KOCAV Seminerleri için hocayı her cumartesi sabahı arabayla evinden alır Vakfa getirirdim. Kadırga’dan Süleymaniye 15 dakika bile sürmezdi. Ancak O, bu kısacık süreye bile tadına doyulmaz sohbetler sığdırırdı.

Türk Milletine ve kültürüne hizmeti büyük, KOCAV’a katkısı çok oldu. Ruhu şad mekânı cennet olsun.

Av. Dr.Ali ÜREY

(KOCAV Başkanı)

Hazırlayan

Burhan Kerem ÖZDEMİR

(İhtisas 2)