13 Eylül 2024

Sömürgecilik: Geçmeyen Geçmiş

“Sömürgecilik, güçlü ve zayıf taraflar arasında cereyan eder, maddi ve mânevî kıyımı, talanı, aldatmayı, istismarı, kölelik ve ırkçılığı doğrudan yahut dolaylı biçimlerde içeren ve bir tahakküm ilişkisidir.”

Sömürgeciliğin Yıkıcı Çarkı

KOCAV Sohbetleri’nde haziran ayının ilk konukları Seminer hocalarımızdan Prof. Dr. Tahsin Görgün, Prof. Dr. Mehmet Akif Okur ve Prof. Dr. Azmi Özcan idi. KOCAV TV YouTube kanalı, Periscope ve Facebook üzerinden eş zamanlı olarak canlı yayınlanan programda katılımcılar, insanlık tarihinin en mühim meselelerinden biri olan “sömürgecilik” konusunda hocalarımızın bilgi birikimlerinden istifade etti.

Sakarya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Yakın Çağ Tarihi Ana Bilim Dalı Öğr. Gör. Prof. Dr. Azmi Özcan sohbetin açılış konuşmasını yaptı: “Sömürgecilik,bütün insanlığın meselesidir. Bu konuda yapılması gereken ilk şey ise meseleyi idrâk etmektir. İnsanlığın geleceğini, hepimizi, varlığımızı ve kimliğimizi kuşatan bu meşum gerçeği hakkıyla idrâk etmek ve bunu insanlık hayrına bertaraf edebilmek için çözüm üretebilecek tahliller, neticeler ve sentezler ortaya koyabilecek çalışmalar yapmak gerekmektedir.” dedi. Prof. Dr. Özcan, sömürgeciliğin,başkalarına ait olan kaynakları sınırsızca kullanmak ve bunu kullanmaya hakkının olduğunu düşünmek olgusu olduğunu ifâde etti.

Türkler Hiçbir Zaman Sömürgeci Olmadı

29 Mayıs Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahsin Görgün’e bıraktı. Konuşmasına sömürgecilik kavramının Türkler açısından ne ifade ettiğine dair genel bir çerçeve çizerek başladı: “Biz hiçbir zaman ne sömürgeci olduk, ne de sömürge olduk. Bu yüzden bu mesele bizi ilgilendirmiyor gibi gözükse de aslında bu işin merkezinde yer alıyoruz.Esasında bütün sömürgeci hareketler birçok sebeple bağlantılı olarak Türklerle âlâkâlı. Hepsinde ya bizim tesir alanımızı kuşatmak ya da bizi sömürgeleştirmek için gerçekleştirilmiş birçok eylem var.” dedi.

Meseleyi etraflıca ele alarak çeşitli tahliller yapan Prof. Dr. Görgün, Türklerin etkin olduğu Afrika ve Asya’nın birçok bölgesinin 19. yüzyıldan itibaren sömürge faaliyetlerinin merkezi hâline geldiğini ve bu faaliyetlerin kolonilerin oluşmasıyla hazırlık safhasında kaldığını belirtti. Türkler olarak Orta Asya Türk Devletleri, Babür Devleti, Osmanlı Devleti gibi varlığımızın hüküm sürdüğü tüm dönemler ve devletler boyunca İngiltere, Fransa, Rusya gibi sömürgeci devletlerin, ancak Türkler zaaf göstermeye başladığı anda faaliyetlerini yayabildiklerini söyledi. “İnsanlık tarihinin son altı yüz yılını adım adım belirleyen bir süreç.” olarak tanımladığı sömürgecilik hakkında değerli bilgileri aktaran Prof. Dr. Görgün, sömürgeciliğin yüzyıllar boyunca tasavvur ettiği farklı içerikler ve boyutlarından da bahsetti.

Sömürgeci anlayışın farklı bölgelerdeki yansımalarına ve ortak noktalarının bulgularına işaret eden Prof. Dr.  Görgün, “Sömürgeciliğin boyutlarında temel olarak şu vardır: Yabancı bir azınlığın geniş kitleler üzerinde tahakküm kurması ve öncelikli olarak onların sahip olduğu ekonomik imkânları kendi çıkarları için kullanabilmek adına yeni bir düzen oluşturulması ve merkez ülke olarak belirledikleri yere bu kazancın aktarılması. Ama aynı zamanda sömürgeleştirilen bölgede yaşayan insanların bir kısmını da bu sürecin bir parçası hâline getirip; o küçük grup diyebileceğimiz insan grubuelit‘ olarak isimlendirir ve onları gönüllü hizmetkâr olarak bu süreç içerisinde etkin kılarlar. Ve bu düzen kalıcılaştırılmak istendiğinde, eğitim sistemine hâkim olarak bunun üzerinden toplumda rol ve statü elde edebilen insan grubunu sürekli besler, düzenin bir parçası hâline getirirler.” diyerek sömürgeci düzenin yaygın olan bir boyutunu ele aldı. Bu düzenin tam tersi vakalara örnek vermek adına, Moğolların herhangi bir bölgeyi işgâl ettiklerinde orayı talan edip, yakıp yıkıp, oradan ayrıldıklarını, yerel halk ile aralarında bağımlılık ilişkisi kurmadıklarını anlatarak bu tahrip durumunun farklı bir hadise olduğunu ve sömürge kültürünün yapısal olarak kalıcı olan olaylardan meydana geldiğini belirtti.Ardından kolonileşme ve sömürgenin farklarını etraflıca anlattı.

Prof. Dr. Görgün, Türkçedeki sömürgecilik kavramının tamamen Batı Avrupalılara özgü bir ilişki formu olduğundan, bu hadiseye göre Avrupalı sömürge devletlerinin kendi bölgeleri dışındaki yerlerde fiziki mânâda tahakküm ilişkisi kurup bunu belli ölçüde devam ettirdikleri yapıdan ve burada uygulanan yöntemlerden bahsetti. Daha sonra Hristiyanlıkta “ötekileştirme” eğilimini ele alan Prof. Dr. Güngör, Endülüs’ün ele geçirilmesinden sonraki süreci değerlendirerek; coğrafi keşiflerin arkasındaki asıl maksadı işaret etti. Ardından sömürgeciliğin farklı araçlarından dinî, askerî ve ticari yönlerinin işleyişini izah etti. Sömürgeciliğin aslında Hristiyanlıktan beslenen, yapı olarak modern devletin içindeki imkânları kullanan, sömürülmek istenen bölgedeki zaafları adım adım değerlendirerek kendi çıkarlarına göre kalıcı hâle getiren, kendi elemanlarını yetiştirecek şekilde kurulan bir sistem olduğundan bahsetti. Prof. Dr. Görgün, bu tarihî bilgiler ışığında, söz konusu meselenin günümüzdeki yansımalarına da temas ederek sözlerini tamladı.

Eğitimle Toplumu Dönüştürmek

Sömürgeciliğin dünü ve bugününü ele alan Prof. Dr. Özcan sözü devralarak, öncelikle sömürgeciliğin başlangıcını ordusal bir vakaya dayandırıp meselenin nerede başladığını farklı bir perspektiften açıkladı.18. yüzyılın sonu 19.yüzyılın başında vukû bulan oldukça mühim bir hadiseyi şöyle anlattı:“Mâruz kaldıkları ihâneti ve kandırılmışlığı fark eden yerel halklar, tabiî olarak sömürgeciliğe karşı direniş emâreleri göstermeye başlayınca bu durum İngiltere parlamentosunda önemli bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. O dönem parlamentoda çeşitli fikir ve projeler üretiliyor, bunlardan bir tanesi kabul ediliyor, bu proje günümüze kadar sadece İngilizlerin değil; diğer bütün ülkelerin de sömürgecilik politikasındaki temel karakterlerden birini tesis ediyor. Bu proje şu düşünceden ibâret; elli bin görevli ile birkaç milyonluk bir ülkeyi ilânihâyi sömürgecilik çarkı içinde tutmanın mümkün olmadığını, onun için mutlaka belli bir mekanizma tesis etmeleri gerektiğini anlayan İngilizler; derisinin rengi ve dili yerli olan ama beyni ve gönlü Avrupalı olan yeni bir yerli elit yetiştirecek ve bu ülkelerin işletmelerinin idâresini bu elitlere bırakacaklardır. Daha sonra, taşeronluklarını yapan elitlerle yerel halk arasında bir çatışma yaşanacak, elit kesimin güvenliğini tesis edilecek, buna mukâbil o kadrolarda kendilerine sağlanan statü, imtiyaz, hayat tarzı ve güvenlik için bu kişiler İngilizlerin taşeronu olmaya devam edeceklerdir. Projenin uygulama aşaması ise şöyledir; her türlü değer yüklenen Avrupai okullar, kolejler ya da misyoner mektepler açılır, ailelere çocuklarının ileride bu ülkenin geleceği, yöneticileri, bürokratları, akademisyenleri olmalarını istiyorlarsa bu okullara kaydettirmeleri gerektiği, onların en iyi şekilde yetiştirileceği söylenir. Böylece 19. yüzyılın başından itibaren askerî güçle ellerinde bulunan sömürge topraklarında artık eğitim süreciyle toplumu dönüştürmeye ve kimlikleri değiştirmeye mâtuf olarak bu okullar açılmaya başlanıyor ve amacına uygun olarak yeni yönetici elit sınıfı yetiştiriliyor.”Bu anekdottan sonra Osmanlı Devleti, İran, Mısır ve Tunus’u aynı çerçeve üzerinden analiz eden Prof. Dr. Özcan, bu dört devletin Batılılar karşısında yaşadıkları askerî mağlubiyetlerle bir reform süreci içerisine sürüklendiklerini, bu reform için batıdan okullar ve öğretmenler alarak, Batı yönetimi merkezli bir eğitim sistemi oluşturma sürecine mâruz kalmalarından bahsetti.

İslam Ve Milliyetçiliğin Sömürgeciliğe Karşı En Büyük Direniş Hattıdır

Konuşmacı olarak sözü son devralan isim Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğr. Üyesi Prof. Dr. Mehmet Akif Okur, konuşmasına meselenin hem geçmiş hem de günümüz adına ne kadar mühim olduğuna vurgu yaparak başladı. Kolonyalizm ve sömürgeciliğin mânâlarının birbirinden ne kadar farklı olduğuna dikkat çekti. “Sömürgecilik, güçlü ve zayıf taraflar arasında cereyan eder, maddi ve mânevî kıyımı, talanı, aldatmayı, istismarı, kölelik ve ırkçılığı doğrudan yahut dolaylı biçimlerde içeren ve bir tahakküm ilişkisidir. Zorla yapısal nitelik kazandırılan zorunluluklarla yahut ideolojiler gibi rıza imâl eden araçlarla varlık kazanan örgütlü ve sistematik bir zulümdür. Bu tanımın içinde kolonyalizm dönemi tarihi boyunca gördüğümüz bütün kıyımlar, katliamlar ve acımasızlıklar var.” diyerek sömürgecilik için kapsamlı ve detaylı bir tanımlama yaptı.

İslam ve milliyetçiliğin sömürgeciliğe karşı en büyük direniş hattını oluşturduğunu belirten Prof. Dr. Okur, sömürgeciliğin mâliyeti arttıkça sürdürülemez hâle gelmesinin sömürülen kesimde bilinç oluşturarak sömürülmeyi reddetmeye başladıklarından ve direnişlerin ortaya çıkmasıyla bunu bastırmak üzere ilave kuvvete ihtiyaç duyulduğundan bahsetti. Burada kuvvet için harcananla o bölgeden çıkarılan kaynağın değeri kıyaslandıktan sonra istenilen bedele ulaşılamıyorsa bu düzenin sürdürülemez oluşunun ortaya çıktığını belirtti. Sohbetin devamında 20. ve 21. yüzyıldaki sömürgeciliğe de değinen Prof. Dr. Okur, Büyük Britanya, Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler üzerinden tahliller yaparak konuyu örneklerle aydınlattı. Sanayi Devrimi’nin öldürme ve nakil ulaşım-iletişim araçlarının sömürgecilik emrinde seferber edilmesine dikkat çeken Prof. Dr. Okur, 21. yüzyılın gelişen imkânlarıyla uzak coğrafyalarda sömürgeci amaçlarla kayıp vermenin eleştirildiğini, insansız öldürme teknolojilerinin yaygınlaşmasının yeni dalgayı başlatabileceğini söyledi.

Ülkemizin ve İslam dünyasının bu düzeni değiştirmek adına teşhis etmesi gereken mekanizmaların konuşulmasıyla sohbetin sonuna gelindi. Sömürgeciliği, ideolojik, dinî, askerî, ve ticarî yönden ayrıntılı şekilde inceleyen konuklarımızın, dinleyicilerin ufkunu genişlettiği KOCAV Sohbeti, soru-cevap faslının ardından sonlandı.

Hazırlayan:

H. Aybala TÜZÜN (İhtisas 1)