5 Aralık 2024

Modern Zaman Dervişi Ömer Lütfi Mete

“Ömer Lütfi Mete, hem Hak rızasını hem halk rızasını kazanmanın peşindedir. Bir modern zaman dervişidir. Onun düşünce dünyasında inziva ve dünyadan elini eteğini çekmişlik yoktur. Fani dünya ile manevi dünya dengesini öyle bir kurmuştur. Bu yüzden modern zaman dervişi olarak anılır.”

Ne âlimler ne üstatlar ne sanatkârlar yetişmiştir bu topraklarda. Bereketli tohumların ekildiğini, filizlenip baş verdiğini tarih çok kez yazmıştır. Tarihe birçok başlık altında adı yazılmış olan Ömer Lütfi Mete de bir sanat, gönül ve dava adamıdır.

Ömer Lütfi Mete 1950 yılının Şubat ayında Rize’de dünyaya gelir. İlkokul ve ortaokulunu yine Rize’de tamamlar. Bir müddet Kuran kurslarına devam eder. Yar dilini öğrenir ve bir yandan da öğretmeye çalışır gönül adamı. Bu sırada liseyi de bitirir ve üniversite tahsili için İstanbul’a gelir. Takvimler 1970’i gösterirken tahsilin ilk durağı İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi olur. Bu yıllarda terzi bir akrabasının yanında çalışır. Kendi ifadesi ile “ceket satıp okutmak yerine, ceket dikmesini öğretip okutmak formülü…” ile tahsilini devam ettirir.Fakat İktisat Fakültesi’ni tamamlayamaz buradan ikinci durağı olan Atatürk Eğitim Enstitüsü’ne geçer. Mezuniyetinin ardından çeşitli okullarda edebiyat öğretmenliği yapar. Öğretmenlik mesleği dışında gazeteci ve senaryo yazarı olarak da çalışır. 18 Kasım 2009 tarihinde geçirdiği kalp krizi nedeniyle vefat eder.

Ömer Lütfi Mete’nin daha çocukken içine işlenmiş olan inancını, sonraki yaşantısında da hangi alanda çalışırsa çalışsın görmek mümkündür. Elini attığı her işte derviş tabiatının izleri kendini yenileyerek ve geliştirerek karşımıza çıkar. O hem Hak rızasını hem halk rızasını kazanmanın peşindedir.Bir modern zaman dervişidir. Onun düşünce dünyasında inziva ve dünyadan elini eteğini çekmişlik yoktur. Fani dünya ile manevi dünya dengesini öylebir kurmuştur.Bu yüzden modern zaman dervişi olarak anılır.

Yazın Hayatından Ekranlara Taşınan Serüven

Yazmak, Ömer Lütfi Mete için vazgeçilmez bir tutkudur. Öyle ki vefatından önce hastalığı süresince, iyileştiği vakit yapmak istediği ilk şeyin yarım kalan kitabına devam etmek olduğunu söylemiştir. Tüm hayatı boyunca kalemi sırdaşı olarak gören Mete, çok çeşitli alanlarda yazılar yazmıştır.Gazetelerde, dergilerde kimi zaman güncel gelişmeler hakkında kalem oynatmış kimi zaman geçmişte yaşanmış tarihi hadiseler hakkındaki düşüncelerini anlatmış kimi zaman ise spor ile ilgili görüşlerini yazmıştır.

Önceleri hikâyeleri ve şiirleri ile bilinen Mete, yazın hayatının ilerleyen zamanlarında sosyo-kültürel alanda gördüğü boşlukları tamamlama arzusuyla senaryo yazarlığına başlamıştır. Yakın arkadaşı olan Metin Meriş bunun Ömer Lütfi Mete’nin en önemli atılımlarından biri olduğunu söyler. Çok yönlü kişiliği onu drama sahasına çekmiştir. O senaryo yazma işini, derdini anlatabileceği bir araç olarak görmüştür ve bu durumu şu sözlerle açıklamıştır: “Güzel söz söylemek değil asıl olan, trajedi ve dramlarla süslemek de değildi marifet; marifet 0-12 yaş grubuna hitap eden aptal kutusunun içine irfanı sokabilmekti. Yok olmaya yüz tutmuş aile kurumunu ayakta tutmaya çalışmak, mertliği, dürüstlüğü, dindarlığı ve vatanı sevmeyi yüreklere nakşetmektir.” Ömer Lütfi Mete nihayetinde senaryo yazmanın özenilecek bir şey olmadığını da vurgulamıştır. Mizahi bir dille “para için her şeyi yaparız, senaryo bile yazarız” dediği bilinmektedir. Onu teselli eden tek bir şey vardır o da bu mecranın ekranlar vasıtasıyla derdini daha geniş kitlelere anlatabileceği bir olanak sağlamasıdır.

Dava Adamı

Ömer Lütfi Mete,İslami kültür temelinden hareketle tasavvuf neşvesinde karar kılmış ve inandığı değerler uğrunda yaşamını devam ettirmiştir. Kaleminin ucu körleşene kadar yazmayı, düşünmeyi kısaca üretmeyi kafasına koymuştur. Bir röportajında “Türk’ün yeni kızıl elması bilgi üretmektir. Bizler bilgi üretmeye mecburuz.” diyerek yol göstermenin ve beraber yola düşmenin derdine düşmüştür.

Ömer Lütfi Mete’nin KOCAV ile olan muhabbeti de 2003 yıllarından vefatına kadar kesintisiz devam etmiştir. VakıftakâhDivan SohbetiylekâhBaşarı Öyküleriyle dinleyenlerin ufuklarını açmıştır. KOCAV Seminerleri’ndeüniversite öğrencilerine Küreselleşme Oyunu derslerini vermiştir. Hiçbir dersinde davası uğruna doğru bildiklerini öğrencilerine aktarmaktan çekinmemiştir. O yalnızca KOCAV çatısı altında olmayı değil nereden davet alırsa oraya iştirak etmeyi borç bilmiştir. Derdi olan bir dava adamı olarak tanıdığımız Ömer Lütfi Mete,“bu vatan bizim, ağyarlara teslim etmeyiz” şuuruyla vatan bildiği tüm coğrafyada davası için koşturmuştur. O, memleket derdiyle dertlenen bir vatanperverdir.

Gönül Adamı

İnanan ve inandıklarına adanmışbir gönül adamı olan Ömer Lütfi Mete, çeşitli alanlarda işini icra ederken derviş meşrebini, inancının gereklerini ve karakterinden kaynaklanan özgün duruşunu ortaya koyarak kendi çizgisinde ilerlemiştir. Yazdığı eserlerde, bilhassa hazırladığı senaryolarda Mete’nin ince çizgisini fark etmemek mümkün değildir. Gönlünden kopanları gönül dostlarıyla paylaşmak üzere, yeri geldiğinde kâğıda dökmüştür yeri geldiğinde dost meclislerinde dillendirmiştir. Herkesin gönlünün bir teline değebilmiştir çünkü herkesin hocası, abisi, arkadaşıdır Ömer Lütfi Mete. İnsan sevmek onun mektebi ve meşrebidir.

Bu dünyadan hiçbir beklentisi yoktur. Yaptığı işlerle yalnızca farkındalık oluşturmak istemiştir. Fark etmeden odak noktamız halinden çıkan dinimiz ve kültürümüzü bizlere hatırlatmayı, dillerden düşürmemeyi görev bilmiştir. Yazdığı kitaplarıyla bize gerçek Müslümanlık nasıl olur dersleri vermiştir. Mete’ye göre bir Müslüman dünya sevgisini terk etmeli ve dünyayı, terk edeceği bir şeyi seveceği kadar sevmelidir. Onun dervişlik anlayışında da olduğu gibi fiilen dünya ile ilgili üzerimize düşenler yapılmalıdır ama kalben dünya sevgisinden ve ışıltısından uzak durulmalıdır. Yazdığı senaryolarında da Ömer Lütfi Mete’yi görmek mümkündür. Kurtlar Vadisi’ndeki Ömer Baba ile Deli Yürek’teki Kuşçu karakterleriyle de bizlere gönlünden geçenleri aktarmıştır.

Ölen Beden İmiş, Âşıklar Ölmez

Ömer Lütfi Mete’yi anlamak demek memleketi anlamak demektir. Çünkü onun derdi bu memleketin derdidir. O memleketin derdini bin dermana değişmeyen insanlardandır. Dini, dili, örf ve adetleri, geçmişi, günceli ve geleceği üzerine çokça kafa yormuştur.Bu milletin her ferdinin kaybettiği en ufak bilinci, duyarlılığı, kutsal değerleri dillendirmeyi kendisine görev edinmiş bir vatanperverdir. O yaptığı çalışmalarıyla, bizlere bırakmış olduğu eserleriyle ilminin sadakasını vermiştir. Bizlere de kitaplarını okuyup, filmlerini izleyip onu yad etmek düşer. Türkiye’nin yetiştirdiği önemli mütefekkirlerden olan ÖmerLütfi Mete’yi rahmetle anıyoruz.      

Ömer Lütfi Mete’nin Ardından…

“Bir Baba,  Ağabey ya da Dost… Herkes İçin Umut…”

“Bir insanı hissettirdikleriyle hatırlarız. Ömer Lütfi Mete ‘umut’ demekti benim için. Karanlığı aydınlığa, kasveti mutluluğa döndüren bir umut… Onun yanında kızgın biri olabilirdiniz ama asla mutsuz olamazdınız. Çünkü size her zaman bir çıkış yolu sunardı. En kötü ihtimalle cins bir espri yaparak sizi güldürür ve hayatın lüzumsuz ciddiyetinden uzaklaştırırdı. Çok ciddi sandığımız bir meseleyle dalga geçince, onun o kadar da mühim olmadığını fark ederiz. Yani Ömer Babayla çaresiz hissetmezdiniz. Aciz olduğumuz şu dünyada ne büyük devlet değil mi?Ömer Baba yaşama karşı daima müteşekkir bir tavır içindeydi. Çünkü şükür mutlu olmakla ilgiliydi. Bir baba, ağabey ya da dost…Herkes için bir umuttu o. İşler ters gittiğinde sığınılacak son limandı. 

Geçmişe dönüp baktığımda genç bir evlat olarak belki de umutsuz bir vakaydım. Yaptığım türlü hata ve yanlışlara rağmen benden umudunu hiç kesmedi. İyi ki de kesmemiş. Bana olan sevgi ve inancı sayesinde onu mahcup etmediğimi umuyorum. 

İnsanı ve tabiatı, coşkun ama abartısız, sade bir biçimde seviyordu.Hybrid araba kullanmaya başlamıştı. Bir gün neden diye sordum. ‘Gelecek nesillere karşı sorumluyuz onlara temiz bir çevre bırakmak zorundayız’ demişti. Bu bakış açısı ve bilinç beni çok etkilemişti. Zaman zaman yazlık evimizin sahilinde, çöpleri toplayıp sosyal medyada farkındalık yaratmaya çalışıyorum. Sanıyorum, bu çaba onun aşıladığı bilincin tezahürüdür.Mesela hayvan severim diyen bir tip değildi. Ama karıncayı incitmemek için ıslak peçeteyle onları tek tek toplardı.

Ben çok cömert insan gördüm ama ‘gani’ olanı görmedim. Babam dışında… Çünkü o cebinde olanın yarısını değil hepsini verebilirdi. Buna çok kez şahit olmuşumdur. Herkese kapısı açıktı ve gerçek bir dosttu. Eksikliğini yakıcı bir biçimde hissediyoruz. Onu tanıyanlar bu duygunun ne demek olduğunu bilirler.Bir kişi ona bakınca, ‘Bu ne güzel, zarif bir insan’ diyebiliyorsa… O hiç ölmemiştir. Olmuştur.”

Ali Buhara METE

(Oğlu, Oyuncu ve Senarist)

“Türk Sineması’nın Alperenini Rahmetle Anıyorum…”

“1990’lı yılların sonlarına doğru büyük bir heyecanla izlerdik Deli Yürek dizisini. Yayımlandığı günü iple çeker heyecanla ve merakla yeni bölümünü beklerdik. Senaryosu muazzamdı; hem derinlik vardı hem de Türk Milletinin değerlerini ekrana taşıma gayreti içerisindeydi. Dizinin senaristini herkes gibi bende merak etmiş ve kaliteli bütün senaryolarda olduğu gibi karşıma Ömer Lütfi Mete çıkmıştı.

Senaristliğini ve yazarlığını hayranlıkla takip ettiğim Ömer Ağabey ile daha sonra KOCAV çatısı altında bir araya geldik, birlikte çalıştık. Hem Vakıf Meclisi Üyesi olarak yöneticilik hem KOCAVSeminerleri’nde hocalık yaptı hem de defalarca konferanslar verdi. Ayrıca Divan Sohbetleri’nde post sahipliği yaptı. Divan’da doyumsuz sohbetler yaptı. Ömer Ağabeyin Yasin Suresi’nden hareketle yaptığı Allah’ın (CC) senaristliğine dair sohbet hala kulaklarımda ve unutacağımı da sanmıyorum.

Kanaatimce Ömer Ağabey Türk Sineması’na çok önemli bir yenilik kattı; dizi ve film senaryolarına manevi bir iklim kazandırdı. Deli Yürek’te ‘Kuşçu’, Kurtlar Vadisi’nde ‘Ömer Baba’ bunlara en iyi örnektir. Ben bu tiplemeleri, büyük romancı merhum Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun tarihi romanlarındaki‘Somuncu Baba’ karakterinin Ömer Ağabey tarafından Türk sinema ve televizyon tarihine kazandırılması olarak görüyorum. Gerçekten de benzer karakterleri artık neredeyse bütün dizi ve filmlerde görüyoruz.

Merhum Ömer Ağabey’in pek bilinmeyen bir yönü daha vardı. Üsküdar’da pazar günleri tefsir dersi yapardı. İstanbul’un birçok semtinden pek çok insan bu derslere katılırdı. Tefsir derslerinde kendine özgü bir metot ve üslubu vardı.

Derviş ruhlu, mütevazı bir kişiliğe sahipti. Aynı zamanda çok fedakâr ve çalışkandı. Hizmet olacağına inandığı her etkinliğe ne pahasına olursa olsun gider ve katılırdı. Tansiyonu 18 civarında olmasına rağmen KOCAV’ı temsilen, üstelik de otobüsle Balıkesir Üniversitesi’ne konferans vermeye gitmesini asla unutamam.

Can ağabeyimizi, kendisine doyamadan çok erken kaybettik. Ancak yüce Allah’ın (CC) takdiri karşısında boynumuz kıldan ince. Mekânı Cennet olsun.”

Ali ÜREY

(KOCAV Başkanı)

“Bir Fikir Mücahidi Ömer Lütfi Mete”

“Ömer Lütfü Mete, Türk Milleti’nin son asırda başına örülen çorapların ve medeniyetini kaybetmesinin sebepleri üzerine kafa yoran, milletin tarihi kimliğine ve medeniyetine yeniden dönmesi için çareler sunan, son devrin nadir yetişmiş münevverlerinden biridir.

Osmanlı Cihan Devletinin tarih sahnesinden çekilmeye mecbur bırakılmasını affedemeyen bir iman ve düşünce sahibi olan Ömer Lütfü Mete, Türk Milleti’nin yeniden cihangir devlet olmasının önündeki en büyük engelin, Osmanlı’yı yıkan zihniyet olduğunun farkındadır ve hayatı bu zihniyetle mücadele içinde geçmiştir.

Ömer Lütfü Mete, kelimenin tam manasıyla Müslüman bir Türk’tür. İslam’ın cihanşümul mesajının yine Türk Milleti eliyle cihana hâkim kılınabileceğine inanan ve bu imanla mücadele eden bir fikir mücahididir. Ömer Abi diye hitap ettiğimiz Ömer Lütfü Mete, son asırda yetişmiş nadir alperenlerden biridir.

Ömer Lütfü Mete’nin dünyasına giren bir Türk gencinin bu milletin istikbalinde muhakkak mühim bir yeri olacaktır. Zira onun fikirleriyle yetişmek, milli kimliğini bulup milletin cihangir bir devlet haline gelerek yeniden büyük bir medeniyet kurmasında ön safta mücadele etmek demektir.”

Ekrem KAFTAN

(Gazeteci, Yazar ve Şair)

On İki Yıl Sonra Ömer Lütfi Mete’yi Anmak

“Ömer Lütfi Mete Ağabeyin aramızdan ayrılışından on iki yıl sonra düşündüğümde talihsiz ülkemizin kültür sanatı maalesef onunla birlikte çalıştığımız yıllara göre epey bir geride kaldı. Şu an salgın münasebetiyle sinema salonları bir yılı aşkın kapalı ve zaten iyi filmlerin gösterim imkânı bulamadığı yapı sinema alanının boğuyor. Televizyon dünyası ise çığırından çıkmış. Adeta kötüyü ve çirkini göstermek üzere birbirleriyle yarışıyorlar. Bir yandan dizi dünyası diğer yandan kadın programları ülke insanının ne kadar düşük seviyede bir hayat yaşadığını belgelemek konusunda tutarlılar diyebiliriz. Ancak bütün bu duruma muhalif olması gerekenlerin sesini çıkarmadan kötülük nehrinin akışını seyretmiş olmaları yürek yakıcı.

İşte tam da bu durumda ona ne kadar ihtiyacımız olduğu gün gibi aşikâr. Onun kurduğu senaryo hikâyelerinin bu kirli dünyayı temizlemek konusunda ne kadar gerekli olduğunu şimdi daha da anlıyoruz. Netice itibariyle şunu açıkça ifade edebilirim: Ömer Lütfi Mete, yazdığı senaryolarda kötüyü ve olumsuzu göstermemek konusunda her zaman tutarlı olmuştur. Drama sanatında yerleşik olan Aristo tavrına pirim vermemiştir. Çatışmayı iyi kötü üzerinden değil iyi daha iyi üzerinde sürdürmeyi kendine şiar edinmiştir. İyiyi göstermenin olduğu gibi kötüyü, olumsuzu göstermenin de bulaşıcı olduğunu düşünürdü. İyilik kötülük kavramlarını kişinin kendi içinde yaşadığı duygular olarak vermeye çalışırdı. İyiliğin kötülüğün görece bir durum olduğunu, bizim iyi diye bildiğimiz bir insanın kendi hikâyesinde başkalarının kötü olabileceğini yazdığı senaryolarında örneklerini görmek mümkündür. Nasihat sinemasına oldum olası karşı çıkmıştır. Filmde bir karakterin önce filmdeki karaktere aslında seyredene nasihat etmesini doğru bulmazdı. Nasihat yerine iyi olanı güzel olanı göstermeyi daha doğru bulurdu. Allah rahmetini üzerinden eksik etmesin.”

İsmail GÜNEŞ

(Yönetmen)

Hazırlayan:

Ayşenur GÜZ (İhtisas 1)