KOCAV 2020-2021 Dönemi Sertifika Töreni,29 Mayıs Cumartesi günü KOCAV’ın Youtube, Facebook ve Periscope kanalları üzerinden canlı olarak düzenlendi. Salgın şartları gereği çevrim içi ortamda düzenlenen törende,Güz ve Bahar dönemi derslerini başarıyla tamamlayan öğrencilere sertifikaları takdim edildi.
2020-2021 eğitim dönemi boyunca toplam 16 hafta internet üzerinden gerçekleşen derslerde salgın sebebiyle yeni öğrenci kaydı yapılamadığı için Güz Dönemi Giriş 2, Gelişme 1; Bahar dönemi dersleri ise Gelişme 2 ve İhtisas 1 sınıfı olarak iki ayrı seviyede devam etti. Gelişme 1 sınıfından 88 ve İhtisas 1 sınıfından 15 kişinin katıldığı seminerlerimiz neticesinde Giriş sınıfını tamamlayan 54 Gelişme 1 sınıfı öğrencisi, Gelişme sınıfını tamamlayan 14 İhtisas 1 sınıfı öğrencisi olmak üzere toplamda 68 öğrenci sertifikalarını aldılar. Güz ve Bahar dönemlerimizi sonlandırırken Mustafa Necati Sepetçioğlu ve Ömer Seyfettin adına iki farklı öğrenci sempozyumu düzenlendi.
Sunuculuğunu mezunlarımızdan Merve Gören’in yaptığı Sertifika Töreni, zorlu salgın sürecinde bir nebze de olsa hasret gidermek adına Hacı Arif Bey Konağı balkonundan gözüken eşsiz Süleymaniye Camii manzarasıyla başladı.Öğrencilerimiz, Vakıf Meclisi ve Mütevelli Heyeti Üyelerimiz, mensuplarımız ile birlikte öğrencilerimizin ailelerinin de katıldığı Sertifika Törenimizin açılış konuşmasını ise Eğitimden Sorumlu Başkan Yardımcımız Doç. Dr. Ümran Ay Say gerçekleştirdi.
Sertifika Töreni, mezunlarımızdan Ozan Yusuf Alper’in bağlamasının tellerinden çıkan ve ekran başındaki bizlerin gönüllerine konan ezgilerle son buldu.
Eğitim Faaliyetlerimizin Altında Yatan Fikir
Erol Güngör ve Dündar Taşer’i anarak açılış konuşmasına başlayan Doç. Dr. Ay Say, KOCAV’ın düzenlemiş olduğu eğitim faaliyetlerinin altında yatan düşünceyi şu şekilde özetledi: “Erol Güngör Hocamız, Dünden Bugünden adlı kitabında ‘Taşer’in Aydınlattığı Dünya’ başlıklı bir yazısında ‘Dündar Taşer’i kendisiyle tanışan herkesi adeta büyüleyen ve kendisine bağlayan bir adam olarak tarif ediyor. Ve ‘nasıl oluyor da bu adam dost, düşman, muhalif, muvafık hemen herkesi ilahi bir kelam dinliyormuş gibi deruni bir teslimiyet halinde bırakıyor? İnsanlar onun yanında pürüzsüz aynalar gibi her türlü kir ve pastan arınmış kalıyorlardı.’ diye de kendi kendine soruyor. Bundan sonra Batı medeniyeti karşısında yıllardır kendimizi suçlayan, modernleşmeye çalışırken yabancılaşmayla yüz yüze kalmış neslin talihsizliğini ifade ettikten sonra da Türk-İslam medeniyetinin başlı başına bir kıymet idam ettiğini idrak etmenin, dahili ve harici meselelere Müslüman Türk’ün perspektifiyle bakabilme asabiyesinin altını çizer ve Dündar Taşer’in sanatkar bir ruhla; düşünen, düşündüren, soran, sordurtan, önce şüphe eden sonra iman eden bir tavırla meselelere yaklaşan, mevzuları dile getirirken hariçten gazel okumayıp bizzat yaşayan, yaşadığını samimiyeti ve tevazuu ile de etrafındakilere böyle bir atmosferin içinde yaşatan, o sebeple de Gaziantep’in bir köşesinden kopup gelmiş bu Anadolu çocuğunun ruhları tutuşturacak bir güce sahip olduğunu dile getirir.
İşte Kültür Ocağı Vakfı’nın eğitim faaliyetleri olmak üzere insana yaklaşımında da bu anlayış yatmaktadır. Ahsen-i takvim olan insana hizmeti, halka hizmeti, Hakk’a hizmet bilerek, toplumun hangi tabakasında bulunursa bulunsunlar, hangi hizmeti ifa ederlerse etsinler, Dündar Taşer’ler, Erol Güngör’ler gibi fena-fil mille çizgisinde yaşamak, öğrencilerimiz bilgi ve birikimlerini kişisel yetenekleriyle geliştirerek temel ve güncel konulara ilmi ve disiplinli bir bakışla yaklaşmalarına katkıda bulunmak eğitim faaliyetlerimiz çıkış noktasını oluşturmaktadır.“
Doç. Dr. Say, KOCAV’ın ateşini harlayan birbirinden kıymetli hocalarımız Ömer Lütfi Mete, Emin Işık, Ali Murat Daryal, Mehmet Niyazi Özdemir, Durmuş Hocaoğlu ve Haluk Dursun’u rahmet ve minnetle anarak açılış konuşmasını sonlandırdı.
Doç. Dr. Ay Say’ın ardından Vakıf Başkanımız Av. Dr. Dr. Ali Ürey, sertifika programı başında yapılan girizgah sayesinde kendimizi Süleymaniye’nin sokaklarında bulduğumuzu söyleyerek manevi birliğimizin devam etmesi temennisi ile konuşmasına başladı. “KOCAV annelerin evlatlarından ayrı kaldığı böyle bir dönemde bile faaliyetlerine devam ederek ne kadar kurumsallaşmış olduğunu bir kez daha gösterdi. Bir kurumun kurumsallaştığı ve dinamizmi ancak değişen şartlara ve ortama uyum sağlama becerisi ile kendini gösterir. Böyle bir salgın döneminde hiçbir tereddüte düşmeden ne yapalım kaygılarına kapılmadan Süleymaniye’de yaptığı bütün etkinlikleri eksiksiz ekrana taşıyabilen KOCAV bu dönemde nasıl kurumsallaştığını, kendisinin geleceğe taşınacağı önemli bir yapı olduğunu herkese göstermiş oldu.” Bu dinamizmde yer alan bu dönemde emeği geçen herkese şükranlarını sunarak konuşmasını sonlandırdı.
Öğrencilerimizin Hikâyeleri
KOCAV Ailesi, hızla büyümeye devam ederken aramıza katılan her öğrencimizin birbirinden farklı KOCAV’la bir tanışma hikâyesi var. Sertifika törenimizde, Giriş sınıfını temsilen Yusuf Bilal Akkaya, Nilhan Dilekli,Gelişme sınıfını temsilen Mahnur Afandiyeva, İhtisas sınıfını temsilen Ali Mert Leblebici bizlerle duygu ve düşüncelerini paylaştı.
Yusuf Bilal AKKAYA: “KOCAV İnsana Değer Veren Bir Yuvadır”
“Sevgi, çıkar gözetmeden vermektir.İnsanın hayatında bir amaç gözetmediği, bir sebebe bağlamadığı sevgileri, sevdikleri vardır elbette. Ailesi gibi, vatanı gibi, çocukları gibi… İnsan bu sevginin içinde bir fayda gözetmez, bir çıkar aramaz. Sadece sevdikleri var olduğu için sever. İnsan bu sevginin nedenini çoğu zaman bilmez, hatta sorgulamaz bile. İşte hilalin gölgesinde kalemin izinde yıllardır koşan, çabalayan Kültür Ocağı Vakfı’na olan sevgi de böyle bir şeydir. Neden seviyoruz ki KOCAV’ı? Dürüst, doğru, samimi olduğu için mi? İdeal insana, daha doğrusu insan olmamıza bizi götüren bir kurum olduğu için mi? Ya da öğrencilik ve iş hayatımızda bizlere bir şey kattığı için mi? Hatta en asgari seviyeye indirelim, bir dostumuzla terasta içtiğimiz çayın, kahvenin hatrı için mi? Hayır. Kültür Ocağı Vakfı’nı var olduğu için seviyorum, seviyoruz. Bir nedene bağlamadan, bir çıkar gözetmeden… Çünkü zaman her ne kadar iyi olan şeyleri getirse de aynı zamanda götürebiliyor. Sevgiyi bir nedene bağladığımız zaman o andan itibaren tahayyülümüzde o sevginin yok olma ihtimalini de doğurmuş oluyoruz. Bu sebeple nedensiz sevgiler her zaman daha kalıcı oluyor. Bir çayı, bir bursu, bir samimiyeti esas almayarak KOCAV’ı sevmek de işte bu yüzdendir. Çünkü biz KOCAV’ı kaybetmek ihtimalini zihnimizde oluşturmak istemiyoruz.
Kapısında dostlarımızın yanında çay ve simitle birlikte çeşitli konularda muhabbet ettiğimiz Erol Güngör Kültür Merkezi’nin, Ömer Lütfi Mete Salonu’nda bütün koltukları tıka basa doldurduğunuzu hayal ederek sizlere sesleniyorum. Talebelerinin fikirlerini, yazılarını, sözlerini dikkatle dinleyen onları bir adım daha öteye taşıyan KOCAV, ahsen-i takvim suretinde yaratılan insana değer veren bir yuvadır. Edebiyatı, sanatı, ekonomisi ve diğer faaliyetleri ile örnek insanı oluşturmayı amaçlamış ve bu uğurda sayısızca örneklerle başarılı olmuştur. Kendim için konuşursam burası sadece eğitim gördüğüm bir kurum ya da okul değil aynı zamanda dışarıdaki yanlış algılara, insanlara, fikirlere karşı muhafaza eden bir kale hükmündedir. Bu suretledir ki Kültür Ocağı Vakfı’nı sadece eğitim veren bir kurum olarak tanımlarsak eksik bir bilgi vermiş oluruz.
Kalem tutmayı, yazı yazmayı, fikirlerimizi özgürce sunmayı burada öğrenmenin yanı sıra insanlarla sadece siyaset ve futbol üzerine sohbet edilmeyeceğini de burada öğrendim. Bunun neticesinde ise hem kendime olan güvenim arttı hem de şikâyet etmekten çok çözüm odaklı düşünmeye başladım. Tabii şu önemli hususu da gözden kaçırmamak gerekir ki bütün bunları öğrenirken Nergül Abla’nın çayı her zaman tazeydi.
Bu salgın döneminde ise her ne kadar Vakfımıza, dostlarımıza, abilerimize, ablalarımıza uzak kalsak da Vakfımızın bize sunduğu imkanlarla her hafta en azından çevrim içi olarak birbirimizi görme, derslerimizi dinleme fırsatını elde edebildik. Bu yüzden emeği geçen herkese teşekkür etmeyi bir borç bilirim.
Bundan 34 yıl önce toprağından başını çıkartarak emekleriyle koca bir çınar olan Kültür Ocağı Vakfı, bu geçen süre zarfında sayısız insana hayat olmuş, Türk milletine ve devletine sayılamayacak başarılara imza atmıştır. Burası hilalin gölgesinde, kalemin izinde gür bir sada, yüce bir çınar. Yüce Yaradandan niyaz ediyorum ki bu çınar aşkla, şevkle en tez vakitte bütün insanlığa şamil yüce bir ormana dönüşsün.”
Nilhan DİLEKLİ: “KOCAV Ailesinin Parçası Olmaktan Gurur Duyuyorum”
“Kıymetli hocalarım, muhterem büyüklerim ve sevgili arkadaşlarım; böylesine özel ve güzel bir günde duygularımı sizlerle paylaşma imkânını bana veren Vakfımıza teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. 20 Eylül 2019 sabah 9.30 civarında babamla birlikte İstanbul’a geldim. Tam tarih ve saat olarak hatırlıyorum çünkü benim İstanbul’daki hikâyem işte tam bu günde ve bu saatte başladı. İstanbul’a gelmeden önce kafamda yapmayı planladığım, gitmeyi istediğim birçok yer vardı. Özellikle de Süleymaniye manzaralı Hacı Arif Bey Konağı balkonuna gidip bu güzel ailenin bir parçası olmak en çok istediğim şeylerden biriydi. Daha İstanbul’a gelmeden Vakıf’tan nasıl haberdar oldun diyecek olursanız şöyle açıklayayım: Aydın Sosyal Bilimler Lisesi’nden mezun oldum. Mezun olduğum liseden İstanbul’u kazanıp giden ağabey ve ablalarımız lisedeki öğretmenlerimizi ve bizleri ziyarete geldiklerinde hep KOCAV’dan bahsederler ve hatta bahsetmekle kalmayıp sağ olsunlar bir de yanlarında KOCAV’ın dergilerinden, kitaplarından hediye getirirlerdi. Bugün sizlerle lise öğrencisiyken hayranlıkla okuduğum KOCAV Bülteni’nde görev almanın mutluluğunu da paylaşmak isterim.
Ağabey ve ablalarımızın getirdiği dergi ve kitaplardan aşina olduğumuz KOCAV’ın fikir önderlerinden olan rahmetli Erol Güngör, Mehmed Niyazi, Ömer Lütfi Mete gibi isimlerle tanışıklığımız ise lisede bizimle ilgilenen ve hâlâ daha ilgilenmeye devam eden çok kıymetli bir hocamız vesilesiyle olmuştu. Adını anmadan geçersem vefasızlık, haksızlık etmiş olurum. Kıymetli hocam Erhun Ergüder ‘Her zaman bize emsallerinizden farklı olun, sır, zaman ve fedakârlık çerçevesinde ilmi, fikri ve dini açıdan kendinizi geliştirerek gerektiğinde devletin ve milletin ihtiyaç duyduğu bireyler olarak vazife tevdi edilmesini bekleyin.’ derdi. Lisede bu düsturla yetişirken KOCAVlı ağabeylerimiz ablalarımız gelip “Mehmed Niyazi Hocamızdan dersler alıyoruz, Divan Sohbetleri’nde Emin Işık Hocamızı dinliyoruz” diye anlatınca biz de haliyle çok etkileniyorduk. Çünkü bir lise öğrencisi olarak kitaplarını okuduğum fikir önderleriyle aynı sohbet ortamında bulunmak birebir iletişim halinde olmak benim için hayali güç şeylerdi.
Lisede hazırlıktan itibaren üniversite il tercihim belli olmuştu. Sınav zamanı üniversite hedefim için çalışırken hayallerimi KOCAV da motive ediyordu. Çünkü İstanbul benim için sadece kazandığım bölümü okumak üzere gittiğim bir yer olsun istemiyordum. Kendimi çeşitli alanlarda da geliştirebileyim istiyordum. Tıpkı lisede hayranlıkla dinlediğim KOCAVlı ağabey ablalarım gibi. Ve istediğim hayal ettiğim tüm bu nimetlerin daha fazlasının KOCAV sofrasında olduğunu KOCAV açılış dersine giderek yaşamış ve yerinde tatmış oldum. Hatta kendimi çeşitli alanlarda geliştirme isteğim sadece edebiyat, sanat alanlarında kalmadı. Kendimi bir anda KOCAV takımlarından Pembe Panter Jimnastik Kulübü’nün Kadın Voleybol Takımında buldum.
Vakfın kapısından adım attığım andan itibaren sıcaklığını, samimiyetini, muhabbetini, güler yüzünü hiç eksik etmeyen çok kıymetli insanlarla tanıştım. Sanat faaliyetleri, kürsü etkinlikleri, Divan Sohbetleri’yle zamanın o kapıdan adım attığım andan itibaren ziyan olmadığını aksine bereketlendiğini gördüm. Hafta içi her gün yarım gün olan derslerim cuma tam gün oluyordu. Ben de her cuma sabahı ‘dersten sonra Divan Sohbeti’ne gideceğim’ diye yurttan ayrılırdım. Son dersin bitmesine yakın hep bir yorgunluk çökerdi ve bu hafta gitmesem ne olur ki şimdi karşıya nasıl gideceğim diye aklımdan geçirirken Esra Abla’nın ‘KOCAV’a gitmeyerek neler kaybedeceğinizi ancak KOCAV’a gelerek görürsünüz.’ sözünü hatırlar dersten sonra sanki güne yeni başlıyor gibi koşarak Vakfa gelirdim. Şömine önünde diz çöküp çaylarımızı yudumlarken hocalarımızla ettiğimiz o hoş sohbet ortamını çokça özlediğim bu günlerde Vakıfta geçen her dakikanın ne denli kıymetli olduğunu bir kere daha anladım. Çünkü yaşadığımız hayatta birçok şeyin telafisi mümkün ancak zamanın telafisi mümkün değil. Bizler Vakıfta hafta sonları düzenli olarak icra edilen seminerlerimiz ile birlikte hızla akıp giden zamanı ülkülerimiz ve hayallerimiz için verimli bir şekilde kullanmanın manasını idrak ediyoruz. Bir medeniyet telakkisi yolunda gayret gösterirken az önce de ifade etmeye çalıştığım gibi sır, zaman ve fedakârlık hususlarında azimli olmak gerekliliğini KOCAV bize sunduğu imkânlarla her seferinde gösteriyor. Dergiler, sempozyumlar, konferanslar, kürsü faaliyetleriyle bizlere söz söyleme hakkı tanıyor.
Çağımızın ihtiyaç duyduğu her şeyin biriktiği Kültür Ocağı’nda, değerli hocalarımız kendi yaşamlarından ve zamanlarından ettikleri fedakârlıklarla ufkumuzu genişletmeye devam ediyorlar. Hayat yolunda yeni olan biz gençlere hepsi medeniyetimizin birer aydınlatıcısı olan abide şahsiyetleri her yıl gelenek haline getirilen Hakk’a Yürüyen KOCAVlılar, ahde vefa ve anma programlarıyla yâd ederek vefanın en güzel örneklerini bize yaşatıyorlar. Çünkü biz biliyoruz ki bize bu ortamı sunan KOCAV ailesinin kıymetli büyükleri de gençliklerinde aynı yoldan ilerlediler ve kendilerinden sonra gelenlere kültürümüzün aktarıcısı olma vazifesini üstlendiler.
Hep aile sıcaklığında, bir yuva diye bahsettiğim KOCAV’da bana bu duyguları hissettiren birçok şey yaşadım ama bir tanesi var ki aklıma her geldiğinde duygulanırım. Ve son olarak sizlerle de paylaşmak isterim. İstanbul’da ağır bir soğuk algınlığı yaşadım. Astım hastası da olduğum için daha ağır geçiriyordum. O hafta okula da gidemedim. Hafta sonu kendimi biraz daha iyi hissedince Vakfa gideyim diye düşündüm. Yurttan çıkıp Vakfa gitmeye karar verdim. Vakıfta derslerin başlamasını beklerken arkadaşlarımla oturuyordum. Ama bir yandan öksürüğüm devam ediyordu. Sonra Nergül Abla yanımıza geldi ve kim öksürüyor diye sordu. Ben de biraz rahatsızım abla, dedim. Nergül Abla yanımızdan ayrıldı ve iki üç dakika sonra elinde bir kaseyle yeniden yanımıza geldi. Ballı, zencefilli bir karışım hazırlamış. Bana onu yedirdi ve bitirene kadar başımda bekledi. “Bu seni yumuşatır.” dedi ve sonrasında bitki çayı içirip beni yurda öyle yolladı.
İşte böyle bir yuva KOCAV. Anne şefkatiyle sarıp sarmalayan Nergül Ablasıyla, Vakıf’tan içeri girince halini hatırını soran İbrahim Abisiyle yani kısaca her bir aile üyesiyle derdimi dinleyen, mutluluğumu paylaşan, ümitsizliğe kapıldığımda elimden tutan, hasta olduğumda bana şifa olan bir yuva. Parçası olmaktan gün geçtikçe daha fazla gurur duyuyorum. Duam odur ki tüm KOCAV ailesinin sevgisi, neşesi, ömrü bereketli olsun. Her zaman hep birlikte gönül hoşlukları içinde kalalım. Seneye bu programı Ömer Lütfi Mete Salonu’nda gerçekleştirip ardından Hacı Arif Bey Konağı’nda Süleymaniye manzaralı balkonunda çayımızı yudumlarken buluşmak üzere. Beni dinleme sabrını gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ederim. Heyecanımdan dolayı sürç-i lisan ettiysem affola…”
Mahnur AFANDİYEVA: “KOCAV Bütün Türk Dünyasına Destek Oluyor”
Vakfın önünden geçerken burs ile ilgili bilgi almak için içeriye girdim. İbrahim Abi ile karşılaştım. İlanda Türk vatandaşlarının bursa başvurabileceğinin yazılı olduğunu söylediğimde İbrahim Abi nereli olduğumu sordu, Azerbaycanlı olduğumu söyledim. Bana: “Sen yabancı değilsin kardeşim, belgelerini getir.” Bu cevabı duyduğum anki mutluluğumu sizlere ifade edemem… Bunu duyduğumdaki mutluluğumun sebebi burs almakla ilgili değil, o an duyduğum sevgi ve sıcaklıkla ilgiliydi. O günden sonra KOCAV Ailesinin bir parçası oldum, bununla da gurur duyuyorum.
Sene boyunca değerli hocalarımızdan aldığımız bilgiler, arkadaşlarımızla ettiğimiz hoş sohbetler, her Vakfa gittiğimizde gördüğümüz sıcak simalar bizi birer aile yaptı. Gerek KOCAV’ın düzenlediği seminerler, gerek Youtube kanalı üzerinden yapmış olduğu Karabağ Savaşı ile ilgili yayınlarla desteği bir Azerbeycanlı olarak beni çok gururlandırdı ve KOCAV’ın sadece Azerbaycan’a karşı değil, bütün Türk dünyasına destek olduğunu biliyorum.”
Ali Mert LEBLEBİCİ: “KOCAV’da Dava Edindim”
“Saygıdeğer Hâzirun;
Sizlere, Anadolu’nun bağrı Konya’dan çıkıp bu girdap şehre geldiğim İstanbul’a alışma sürecimde şüphesiz çok yardımcı olan, ikinci ailem KOCAV’dan bahsetmek istiyorum. Vakıf denilince aklıma hemen samimiyet geliyor. Şöyle bir bakıyorum da her ne kadar dijital ortamda bulunsak da samimiyeti görebiliyorum. İşte Vakıf deyince zihnimde canlanan kavramlardan sadece birisi. ‘Hilalin gölgesinde kalemin izini’ takip etmeye başlayalı üç yıl geçti. ‘Yolculuğu güzel yapan yoldaştır’ derler ya ben de KOCAV’da birçok abi, abla, kardeş edindim. Yeri geldi ders aralarında, Divan Sohbetleri’nde, görev aldığım organizasyonlarda yeri geldi sahada dişe diş mücadele ettiğim rakibimle dostluk kurdum. Dostluğun yanı sıra, dava edindim bu yuvada. Geçenlerde Giriş sınıfı derslerinde not aldığım defterin sayfalarını karıştırırken rahmetli Emin Işık Hocamızın derste söylediği söze rastladım. ‘Derdi, davası olmalı insanın.’ yazıyordu notta. Ben de içimden ‘Hocam dertler çoktan derya oldu zaten bende.’ demiştim. Bu söz aklımın bir yerinde hep duruyor o günden beri. Dava sahibi olmak… İşte tam olarak da bu noktada kendine dert edinen insanlar gördüm KOCAV’da. Derdi, davası olanlar…
En güzel örneğini bizzat görev aldığım organizasyonlarda gördüm. İlk görev aldığım Emin Işık Belgeseli’nde etkinlik sonrası görev paylaşımı daha doğrusu ‘görev alımı’ yapılırken İbrahim Ağabey’in ağzından çıkan o sihirli sözlerle beraber: ‘Allah rızası için…’ Çok etkilemişti bu söz beni. Hilalin gölgesinde, kalemin izinde yürüyenlerin yuvası KOCAV’da davası olan insanlar tanıdım ve büyüklerimden çok şey öğrendim.
Efendim, hepimizin Vakfa özlem duyduğu şu günlerde, ders aralarında oluşan çay sırası gözümde canlanıyor. Belki de pek çoğumuzun yaşadığı o ikilem geliyor aklıma; ‘bu sırada çay alana kadar mola biter ama çaysız da olmaz’ diyorum kendi kendime. İşte ben bu ikilemi yaşamayı özledim, Hacı Arif Bey Konağı’nın terasında tabiri caizse ‘uçurumun kenarında, muhteşem belaya nazır’ durmayı özledim. Futbol turnuvasında kardeşliğin ön planda olduğu maçlar oynamayı özledim. Vakıfta bağlama çalarken martının ansızın pencereye yanaşmasıyla ürkmeyi özledim. Nergül Abla’nın efsunlu çayını ve saymakla bitmez birçok şeyi…”
Hislerimize Tercüman Olan Şiir
Programda Süleymaniye’nin balkonundan başlayan ve bizleri ekranları başında diyar diyar gezdiren öğrencilerimizin okuduğu şiir duygu dolu anlar yaşattı. Mezunlarımızdan eğitimci-yazar Ahmet Pak’ın kaleme aldığı şiir 12 öğrencimiz tarafından 12 ayrı şehirde ve 3 farklı ülkede seslendirildi. Bir araya getirilen bu renkli görüntüler bütün KOCAVlıların hislerine tercüman oldu.
Şiiri seslendiren öğrencilerimiz: Cebrail Kale (İstanbul), Tuğçe Kabakçı (Bursa), Beyza Büyükağaçcı (Konya), Nilhan Dilekli (Kütahya), Akbar Saraly (Kazakistan), Şeyma Gültekin (Erzurum), İlkin Hasanov (Bakü), Ayşenur Güz (Gazintep), Hüsnü Salih Susam (Karaman), Oğuzhan Güler (Trabzon), Afra Yörükoğlu (Adana), Emre Caner Küpeli (Sivas).
KOCAV
Muhabbet yüklü bir kervandır KOCAV.
Süleymaniye’nin ezanlarıyla düşer yola.
Su sesi ve kanat şakırtısından, billûr bir âvizeye dönüşür Bursa’da
Konya’da aşkı meşk eder ve ney’den dinler kadim hikâyeyi
Bir özge çiçek olur, ateşlerde açar. Taze fidandır, serpilir çınar olur Kütahya’da.
Hoca Ahmed Yesevi çerağ diye yakar o muhabbeti, cihanın sinesine salar.
Erzurum’da mülk-i İslam’a kilit olur. Tabya tabya dizilir de geçit vermez esarete.
Kamil’in göğsünde şehadet aşkına dönüşür, “Gazi” olur Antep’te Hür ovanın, hür beldenin arslan bir çocuğudur Adana’da.
Irılıp ırmak olur Karaman’da. Yâd ile bilişir, Yunusca söyleşir.
Şehzadeler büyütür Trabzon’un bağrında. Yüreklerde mehter olur çağlar.
Can Azerbaycan’dan ses verir. İçeri Şeher’den Hazar’a akar ırmak ırmak, Karabağ’dan duyulur avazı.
Sivas ellerinde saz olur çalınır. Gökmedrese’de taşa şiir diye kazınır.
Döner gelir yeniden Hacı Arif Konağı’na.
Söz söz olur açılır lakin yetmez KOCAV’ın canlarına.
Hilâlin parladığı, kalemin iz yaptığı her yer KOCAV’dır.
Bu ocakta her can bir KOCAV’dır.
Hazırlayan:
Aylin AYKUT (İhtisas 2)