Ümran AY SAY
Kalkandelen… Kuzey Makedonya’da bir Türk şehri, 14. yy’dan itibaren Türk hakimiyetine giren bu güzel Balkan şehri 19.yy’da elimizden çıkana kadar münbit topraklarından birçok güzel insan yetiştirmiştir. Onlardan biri de Yıldız Kütüphanesi olarak bilinen II. Abdülhamit Kütüphanesinin hâfız-ı kütübü Kalkandelenli Sabri Bey idi. Sabri Bey, Rumeli karıştığı sırada Balkanlarda kurulan Muhafaza-ı Vatan heyetinin başkanı aynı zamanda Nakşibendi tarikatı şeyhi ve itibarlı bir insan olan Mustafa Rûhî Efendinin oğludur. Mustafa Ruhî Efendi, 1877-78 Osmanlı Rus savaşına katılmış, balkanlarda çıkan isyanın bastırılmasında 600 kadar adamıyla korkusuzca vazife almıştır. Sabri Bey de Muhafaza-ı Vatan heyetinde babasının şifre katipliğini yapmıştır. II. Abdülhamit, Kalkandelen ailesini İstanbul’a davet ettiğinde Sabri bey henüz 19 yaşındadır. Aile, Beşiktaş Akaretler’e yerleşir. Sabri Bey, 25 yaşına geldiğinde 1888’de 800 kuruş maaşla Yıldız Sarayına Kitâbî-i Şehriyârî ve Hâfız-ı Kütüb olarak girer. 1928 yılına kadar tam 40 yıl bu görevde kalmıştır. Emekli olduktan sonra da “sıhhati iyi olduğu için ihtisasından istifade edilmek üzere” kütüphanedeki görevine devam etmiştir.
Yıldız Sarayı Kütüphanesi 1876’da kurulmuştur. II. Abdülhamit’in şehzadeliği döneminde sahip olduğu kitaplar bu kütüphanenin ilk kitapları imiş. Kütüphane zaman içinde oldukça zengin bir koleksiyona sahip olmuş. Araştırmacılar, kütüphanedeki Türkçe, Arapça ve Farsça yazmalarının tamamının 31.319 cilde ulaştığını söyler. Bugün Beyazıt Meydanından üniversitenin bahçe duvarını takip ederek vakfımıza gelirken sol kolda kalan İstanbul Nadir Eserler Kütüphanesinin, Yıldız’ın tasfiyesinden gelen kitap ve fotoğraf koleksiyonlarıyla kurulduğunu söylesek Yıldız’ın önemine dikkat çekmeye yeter sanırım.
Sabri Bey’in yarım asrı aşan kütüphane öyküsünde elbette dinlenecek birbirinden renkli yüzlerce hatıra vardır. Keşke bunlar, kendisi de bir koleksiyoner ve kütüphaneci olan oğlu-halefi Nureddin Bey tarafından kayda geçirilmiş olsa idi. Aslında bu hatıraların Nureddin Bey’in fişleri arasında bir yerlerde muhakkak olduğunu düşünüyorum. Şimdilik Süheyl Hoca’nın 1975’te Kütüphane Kîl ü Kâli başlığıyla topladığı hatıralardan oluşan defteriyle yetineceğiz. II. Abdülhamit’e bile makbuz olmadan ödünç kitap vermeyecek kadar titiz ve güvenilir bir kişiliğe sahip olan Sabri Bey’in adını kütüphanecilik tarihine altın harflerle yazılmasını sağlayan hadise, onun kitapları canından bile aziz tuttuğunu gösterir. Bu hadise II. Abdülhamit’in tahttan indirilmesiyle yaşanan meşhur Yıldız baskınıdır. Baskını, Hüseyin Türkmen, Yıldız Sarayı Kütüphanesinin Hazin Serencamı başlıklı yazısında şöyle nakleder:
“Bu değerli kütüphane bugüne kadar birçok yağma teşebbüsü ve tasfiye ile karşı karşıya kalmıştır. Bunların ilki 31 Mart Vakası sonrasında Yıldız Sarayının Hareket Ordusu tarafından teslim alınması sırasında vuku bulmuştur. Yıldız Sarayı, 25 Nisan 1909 sabahı Hareket Ordusu II. Fırka komutanı Mirliva Şevket Turgut Paşa tarafından teslim alınmıştı. Bu sırada olayların gelişiminde çatışmalara sokulmayan Bulgar askerlerinin Yıldız Sarayı’na girmesine müsaade edilmiştir. Bu kişiler Yıldız Sarayını tarihinde benzeri pek görülmedik bir şekilde yağmalamışlardır. Bu sırada Kütüphane-i Humayûn da yağmalanmak istenmiş ancak kütüphanenin baş hâfız-ı kütübü Sabri Kalkandelen hayatı pahasına kütüphaneyi korumuştur. Yağmacılar kütüphanenin önüne geldiklerinde Sabri Bey, kütüphanenin önüne yatarak “Benim cesedimi çiğnemeden kimse içeri giremez” diyerek vücudunu siper etmiştir. Bir talih eseri orada bulunan Arnavut askerler önce şivesinden Sabri Bey’in de kendileri gibi bir Arnavut olduğunu, sonrasında ise memleketlerinde hürmet edilen Şeyh Mustafa Efendinin oğlu olduğunu anlamışlar ve bunun üzerine geri çekilmişlerdir.”[1]
Sabri Kalkandelen, 8 Nisan 1943’te vefat etmiş ve Beşiktaş Yahya Efendi Dergahı haziresinde yatan dedesinin yanına defnedilmiştir. Çalışkan, dindar ve görevine son derece bağlı olan bu kitap dostu aynı zamanda bir divan tertip edecek kadar şiirle alakadar olmuştu. Divanı Kamile Çetin isimli bir araştırmacımız tarafından çalışılıyor görünmekte. Umarım yakında tamamlanır ve okuyucuların istifadesine sunulur. Sabri Bey’in dönemin birçok münevveri gibi Osmanlıca dergilerde yazı ve şiirleri var. Osmanlıca dergilerin bu bakımdan bir hazine olduğunu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum. Zira yazıları kitaplaşmamış, şiirleri defterlerde kalmış nice edibimizin dergilerde meraklısı tarafından keşfedilmeyi beklediği hepimizin malumudur. Sabri Bey’in Ceride-i Havâdis’in 143. sayısında oğlu Nureddin’e yazdığı “Çalış” başlıklı şiiri bunlardan biridir. Babasının nasihatlerini yerde komayan Nureddin Kalkandelen de ailesine ve milletine hayırlı bir evlat olarak yetişmişti. Şehsuvaroğlu, babası gibi ömrünü kütüphaneye vermiş bu İstanbul beyefendisini şu sözlerle anlatıyor: “Nureddin Bey, doğuştan kültürlü, bilgiye ve öğrenmeye açık bir insandı. Boş vakitlerini daima okumakla geçirirdi.Görevi de kütüphanecilik olduğundan 3 çeyrek yıllık ömrü okumakla geçmiştir. Bu sebeple birkaç yüz bin ciltlik kütüphaneyi elbisesinin cebi gibi bilir, herhangi bir kitabı hiç aramadan bulur veya aradığınız bir konu için size nice nice eserler tavsiye edebilirdi… Annesi Saime Hanım musıkîşinas ve hattat idi. Bu sebeple Nureddin Bey de çocukluğunda kanun çalar ve çeşitli hatları oldukça güzel yazardı…İkinci merakı ise eline geçen her dergiyi taramak ve enteresan konuları fişlemekti. Bu nedenle binlerce, onbinlerce fiş biriktirmişti ve bunları cömertçe herkese açık tutardı. Ölümünden sonra bu değerli hazine kimin eline geçti bilmem.”[2] (O hazine inşallah bir gün bu satırları okuyan birinin eline geçsin, bu yazının bereketi de bu olsun.)
Yazının sonunda sizi “Çalış” şiirinden birkaç bentle başbaşa bırakıyorum. Kalın selametle…
ÇALIŞ
Oğlum Nureddin’e
Çalış ey mîve-i bâğ-ı emelim
Sensin âlemde benim mâ-hâsılım
Sana Hallâk-ı Kerîm itsün atâ
Servet-i ilm ü hüner, fart-ı zekâ
Bütün eltâfınaşâyânitsün
Seni mümtâz-ı civânânitsün
Ömrün efzûn ide Rabb-i Yezdân
Eylesün ne diliyorsan ihsân
Bulur ancak bu dua cây-ı kabul
Hak katında umarım ki ey oğul
Pend-i atayla olursan âmil
Her murâdın olur elbet hâsıl
Seviyorsan seni cidden oğlum
Gece gündüz oku, yaz, derse çalış.
Çalış, ol sâhib-i hüsn-i ahlak
Sana Bârî ola dâimHallâk
Sen çalış, fâik-i akrân olasın
Virmesin gayretine nesne kesel
Zinhar eyleme bir kesele cedel
İmtizâc eyleye gör herkesle
Olma ammâ ki refîknâkesle
Kişi zîrâ ki refikinden azar
Dikkat et görmeyesin sonra zarar
Bu demin çünkü şebâbet demidir
Hüsn-i ahlâka riâyet demidir
Şeref ü kadrini hıfz itmek içün
Gece gündüz oku, yaz, derse çalış.
Çalış oğlum olasın ehl-i kemâl
Deheninden döküle dürr ü lâl
İtme beyhûde yere sarf-ı nefes
Zinhar olma nedîm-i herkes
İtme bî-din ile asla sohbet
Eyleme onlara meyl ü rağbet
Bâ-husûs dinini inkâr idenin
Çokdur Allah Teâlâ diyenin
Kes dilin oğlum hocan da olsa
Vur ol mel’ûnı baban da olsa
Görmüyor mu çıkası gözü onun
Kudret-i bahrini Mevlânın
Sen o münkirleri habt itmek içün
Gece gündüz oku, yaz, derse çalış.
[1] Hüseyin Türkmen, “Yıldız Sarayı Kütüphanesinin Hazin Serencamı”, Z Kültür Sanat Şehir Tematik Dergi, 2021/5, 206-207.
[2] Bedi N. Şehsuvaroğlu, “Nureddin Kalkandelen” Türk Kütüphaneciliği, C.24, S.4, 331-333.