Vakfımızın “Medeniyet, Sanat ve Estetik Üzerine Konuşmalar” etkinliği kapsamındaki konuşmacımız, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Ayhan Çıtıl’dı. Prof. Dr. Mustafa Delican’ın felsefenin öneminden bahsettikleri takdim konuşmasıyla Doç. Dr. Çıtıl, konuşmasına başladı. Konuşmanın nasıl ilerleyeceği ile ilgili bilgilendirme yaptıktan sonra Platon’dan başlayarak tarihsel bir sıralama izleyen hocamız, söze Platon’un bölünmüş çizgi diyagramını açıklayarak başladı. “Asıl varlığın bilgisini muhakeme faaliyeti içerisinde elde etmek Platon’a göre mümkün değil.” diyerek idea ya da kendinde varlık dediğimiz her şeyin varlığını borçlu olduğu asıl varlığın, asıl varlık hakkındaki bilgisini akıl yürüterek, tartışmalar üreterek kavrayamadığımızı açıkladı. Akıllara gelen “Peki biz asıl varlığı nasıl biliyoruz?”a cevaben de “Platon, söz konusu “i” ruhun bilmeye yönelen tarafının nihaî amacı, ruhun bir de arzu tarafı var. Aynı şey, “i” dediğimiz şey arzu yetisinin nesnesi olarak ele alındığında ve düşünüldüğünde güzel adını alıyor.” dedi. Güzel dediğimizle herhangi bir sıfatın kast edilmediğini “Asıl varlık bir tane, benim de bütün arzumla yöneldiğim ve kendisine erişmeye çalıştığım şey de o, arzu üzerinden yöneldiğim şekliyle onun adı güzeldir” diyerek açıkladı. Yani diyebiliriz ki modern öncesi döneme ait estetik anlayışında güzelden bahsedeceksek söz konusu güzel, ilahîdir. Felsefe yapmak da o ilahî olan güzelin peşine düşmektir. Doç. Dr. Çıtıl, Platon’un Şölen diyaloğundaki düşüncelerini “Aslında felsefe faaliyetinden murat, insanların kendisine göre yaşadıkları ahlakî ve hukukî ilkelerin ortaya konmasıdır. Güzelin izini asıl onlar taşır ve bunu yaparken filozof, güzelin tecrübesine sahip olur.” şeklinde aktardı. Ardından ise her şeyin güzele ulaşmanın peşinde ve bu sayede hareket halinde olduğunu ve olgunlaşma, kemale erme denilenin ise güzelin temaşa edilmesi ve farkına varılmasıyla sona eren bir sürece karşılık geldiğinden bahsetti. “Platon’a göre estetikle ilgili bir şey tartışacaksak bu aslında izini gördüğümüz güzele varma işidir. Bu hakikatin ta kendisidir. Hakikate ulaşma bağlamında bağımsız olarak estetiği konuşamazsınız.” cümlesinin ardından devletinden sanatçıları kovmasının mantığını sanatçıların taklitle uğraştığını ve Platon’un işin esasıyla ilgili faaliyetleri önemseyip, doğrudan hakikate ulaşma isteği duyduğundan bahsederek açıkladı. Değişen estetik anlayışıyla kendinde varlığa temas değil de melekelerin özgür etkileşimi ya da oyunu bağlamında estetik tecrübenin kuruluşu ve sanat tecrübesinin anlaşılmasında “duyguyu ön plana çıkaranlar”, “hazzı ön plana çıkaranlar” ayrımını anlattı. Sanatın hakikat arayışıyla ilgisi olmadığı düşüncesi yayılırken Alman felsefeci Leibniz ve Wolff gibi sanat ve hakikat arayışını tekrar bir araya getirmekle ilgili çabalardan bahsetti. Belirli bir dönem daha sanatın tanrının yarattığı nesneleri ya da nesnelerdeki uyumu taklit etmek olarak anlamlandırılmaya devam ettiğini belirtti. Baumgart’ın estetik üzerine düşüncelerini “Güzelin tecrübe edilmesinde duyumlamanın, mütehayyülenin çok farklı melekelerin devreye girmesi gerekiyor.” diyerek belirtti. Ardından estetik üzerine yürütülen tartışmaların tecrübe edilenin neyi nasıl tecrübe ettiğine kaymaya başladığı ile ilgili açıklamalarda bulundu. “Bu tartışmalarda akıl yerine güzelin tecrübesinin imgelemle, muhayyileyle ilişkisi daha fazla ön plana çı- kartılmaya başlanıyor.” dedi. Modern döneme girişin ardından Kant’taki estetik anlayışına başlayıp Kant’ın diğer düşünürleri etkileyişini, “Hemen hemen hiç kimse Kant’ın görüşlerinde hiç memnun olmasa da herkes iliklerine kadar Kant’çıdır.” diyerek anlattı. Aklın ya da düşüncenin neyi bilip bilemeyeceğinin bir sınırının çizilebileceğini belirttikten sonra o zaman da önceki felsefecilerin konuştuğu şekliyle metafiziğin Kant’ça meşru olmadığını söyledi. Saf Aklın Eleştirisi kitabında aklın neyi bilip neyi bilemeyeceğini ortaya koyan Kant’ın Hüküm Gücünün Eleştirisi adlı eserinden bir bölümü hocamız şu şekilde açıkladı: “Aslında insan yargısı iki türlü işler. Bir determinatif bir şekilde işler bir de rekleftif bir şekilde işler. Akıl, insandaki bu yargı mekanizması sonucunda nesnelerin tecrübe edilmesinden haz alır. İşte bu insan yargısının işlemesi ve sonuç olarak duyulan haz, modern fizik ile güzelin nasıl bir araya getirilebileceği ile ilgili Kant’ın estetiğinde ve daha sonraki çağdaş estetikte bir çıkış noktası teşkil ediyor.” Doç. Dr. Çıtıl, ardından bilme kaygısından bahsedip sanatın nesnesinin “bilmek üzere değil de sadece duyumlama, imgeleme ve müdrike gibi melekelerin kendisine yö- nelmesiyle bilme kaygısını kenara bırakarak bir nesneye yöneldiğimizde bizim melekelerimizi uyumlu hale getirerek bize haz veren nesne” olduğunu söyledi. Kant’ın rekleftif ve determinatif yargı türleri tasnifiyle, reflektif yargının bilme kaygısıyla ortaya konulduğunda bilimlerin gelişebilmesi fikrini medyana getirdiğinden bahsetti. Yücenin tecrübesiyle ilgili ise Kant’ın ikili tasnifini “matematiksel ve dinamik yüce”yi açıkladı. Konuşmasının sonlarında modern çağdaki kavramsal sanatın kaynağının, Kant’ta ahlakı farklı bir çerçevede ve sanatı da ahlaka yardımcı bir araç olarak görmemiz olduğundan bahsetti. Daha sonrasında soruları cevaplayarak konuşmasına son verdi. “Asıl varlığın bilgisini muhakeme faaliyeti içerisinde elde etmek Platon’a göre mümkün değil.” “Aslında felsefe faaliyetinden murat, insanların kendisine göre yaşadıkları ahlakî ve hukukî ilkelerin ortaya konmasıdır. Güzelin izini asıl onlar taşır ve bunu yaparken filozof, güzelin tecrübesine sahip olur.” “Modern çağda fizik, bu kadar radikal bir şekilde dönüşmeseydi biz estetikle ilgili sorunları modern çağda farklı bir şekilde ele almak durumunda kalmayacaktık.”.
Genel