Kaybolan Ahlakın Peşinde
“21. Yüzyılda Suni Bir Din: İnsanlık Kültü”
Doç. Dr. Enes KABAKCI
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi
EGKM Ömer Lütfi Mete Salonu
21 Ocak 2017 / 17.00
Ahde Vefa:
Bahtiyar VAHAPZADE – Asena DOĞRU (Gelişme 2)
Hazırlayan: Esra ÜNAL (Giriş 2)
Kültür Ocağı Vakfı’nda bu yıl “Kaybolan Ahlakın Peşinde” üst başlığı altında gerçekleşen Konferans/Panel/Açık Oturum dizisinin ikinci faaliyeti, 21 Ocak 2017 tarihinde İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Enes Kabakcı’nın “21. Yüzyılda Suni Bir Din: İnsanlık Kültü” başlıklı sunumuyla gerçekleşti.
Doç. Dr. Enes Kabakcı, Fransız devriminden sonra Auguste Comte’un inşa ettiği insanlık dinini daha iyi anlayabilmemiz için ilk olarak Comte’un yaşadığı dönemden bahsetti. Comte’u; devrimin sosyal, siyasal, entelektüel ve manevi yönden açtığı krizin içinde yetişmiş ve yoğrulmuş bir düşünür olarak tanımlayan hocamız, bu krizin Comte’u üretime sevk eden şey olduğunu ve Comte’un temel gayesinin bu krize ve o dönem Avrupa’yı kasıp kavuran devrimler çağına bir son vermek olduğunu vurguladı. “Comte, geçmişle şimdiki zaman ve gelecek zamanı, akıl ile inancı, devrim ile sürekliliği, statik ile dinamiği uzlaştırmaya çalıştı.’’ diyerek Comte’un çektiği sancıları özetledi.
Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un, devrimin kaçınılmaz bir gereklilik olduğunu, ancak bir düzen tesis edilmesi gerektiğinin farkında olduğunu ifade ederek bu durumu “Düzen ile ilerlemeyi buluşturma amacı Comte’ta birkaç gelişimle sonuçlandı. Bunlardan biri sosyolojiye, kuracağı o yeni bilime, bir zemin hazırlamaktı. Ama bu bilim entelektüel bir faaliyet olsun, üniversitelerde yeni kürsüler açılsın diye kurulan bir bilim değil, doğrudan dönemin ihtiyaçlarına yönelik kurulmak istenilen bir bilimdi.’’ diyerek ifade etti. Ardından bu bilimin toplumu anlamak, tanımak, bunun için bilgi üretmek ve bu sayede topluma yön verebilmek, yönetebilmek için kurulmuş bir bilim olduğunu belirterek, “Sosyoloji aslında siyaset yapıcılara bir kılavuz olması için kurulmuş müdahaleci bir bilimdir.’’ diyerek Comte’un amacının altını çizdi.
Doç. Dr. Enes Kabakcı, Comte’un sosyolojiyi bir kılavuz olarak tesis ettikten sonra bunu dinselleştirmeye de çalıştığını ifade ederek, “Comte’un bilim dünyası için talihsizliği burada başlıyor.’’ dedi. Comte’un o dönemde fark ettiği şeyin; toplumda ahlaki kılavuz eksikliği, kilisenin itibarsızlaştığı ve insanların önceden kilisenin üstlenmiş olduğu evlilik ve ölüm törenlerini bile nasıl yapacaklarını bilmedikleri, bu sebeple ciddi bir manevi boşluğun ortaya çıkmış olduğunu belirtti.
Comte’un krize neden olarak gördüğü şeyin bir aradalık olduğunu ifade eden Doç. Dr. Kabakcı: “Comte’a göre dinsel evre ve birtakım feodal unsurlar hâlâ modern toplumda varlığını sürdürmekte. Bu, Comte’a göre en büyük problem. Kaçınılmaz olarak insanlık pozitif bilimsel evreye geçecektir. Bilimsel, endüstriyel topluma gidiş bir gereklilik ve zorunluluktur.’’ diyerek Comte’un görüşlerini aktardı. Comte’un öngörüsünün, toplumların varacağı nihai nokta itibariyle geleneksel olanın yerini modern olana, bilimsel olana bırakacağı olduğunu belirtti. Bu süreçte Comte’a göre din adamlarının yerini bilim adamları alacak, geleneksel toplumda gücü elinde bulunduran askerlerin yerini ise sanayiciler alacaktı. “Comte’a göre şiddet ufukta olmayan bir şeydir.’’ dedi ve şunları ekledi: “Comte’a göre savaşlar görünmüyor ama gerek sömürgecilik gerekse Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı Comte’u yalancı çıkaracaktır.’’ Comte’un amacının; toplumu metafizik unsurlardan, geleneksel feodal unsurlardan arındırıp modern ve bilimsel bir toplum ortaya koymak olduğunu belirten hocamız, bunun için Comte’un sosyal bir reforma fakat daha öncesinde entelektüel bir reforma ihtiyaç duyduğunu ifade etti.
Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un topluma rehber olan bir bilim kurduğunu ama orada kalmayarak dönemin ruhu ve zamanın ihtiyaçları gereği yapay bir din de kurmaya itildiğini ifade ederek, “Bu dinin adı insanlık dini. İnsanlığın tanrı sayıldığı bir din.’’ dedi. Hocamız, akıllara gelen Comte’un neden böyle bir çaba içinde olduğu sorusuna şöyle cevap verdi: “Comte’a göre birey için din bir ihtiyaçtır çünkü insan, kendini aşan, kendinin ötesinde, aşkın bir şeyi sevme ihtiyacı duyar. Bu bireysel bir gerekliliktir. Aynı zamanda din, inanç ya da maneviyat siyasal otoriteyi dizginler, yumuşatır ılımlaştırır. Yani mutlak bir dünyevi otoritenin ortaya çıkmaması için Comte, manevi bir iktidarın, yani bir dinin, toplumsal bir gereklilik olduğunu da savunuyor.” Ancak Comte’a göre bu dinin, insanlığın şu ana kadar inanmış, tecrübe etmiş olduğu bir din değil, yeni bir din olması gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un düşüncelerini “Bu din kanıtlanmış, ispatlanmış, bilimsel olarak ulaşılmış bir din olmalıdır. Çünkü artık modern insan vahye dayalı bir dine inanmak istemez. Bu onu tatmin etmez. Din, hem duyguları tatmin etmelidir hem hayal gücünü tatmin etmelidir hem de aklı tatmin etmelidir.’’ diyerek ifade etti. Hocamız, Comte’un bu düşüncelerinin ardından bir din kurmaya koyulmasını, “Comte için böylece entelektüel, felsefi, bilimsel pozitivizmden dinsel pozitivizme bir geçiş söz konusu’’ diyerek özetledi.
İnsanlık dini nasıl bir din diye düşündüğümüzde bu dini, sivil din veya vatandaşlık dini ve akıl dini şeklinde yumuşatmaya gerek olmadığını vurgulayan Kabakcı, bu dinin ilmihali, ibadetleri, kutsal günleri ve kutsal şahsiyetleri olan bir din olduğunu; Comte’un dininde her şeyin kayıt altında olduğunu ve her şeyin en ince ayrıntısına kadar planlanmış olduğunu belirtti ve şunu ekledi: “Comte bu dinde bireysel yaşamın en kılcal damarlarına kadar müdahale etme hakkını kendisinde görüyor.” Ayrıca bu dinin, kiliselerin mimarisinden evlilik yaşına kadar birçok ayrıntıyı barındırdığını ifade eden hocamız, ibadetlerinin de bireysel ibadet ve cemiyet halinde yapılan ibadetler olarak ikiye ayrıldığını belirtti.
Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un kendi kurduğu din hakkındaki fikirlerini de ekledi: “Bu dine akılla ulaşılır fakat aklı kutsayan yücelten bir din değildir. Bu din kalplere, duygulara hitap eder dolayısıyla bu din bir bilimcilik değil. Bu dinin adı insanlık, hümanite olmasına rağmen hümanist bir din de değil çünkü gerek pozitivizmin gerek Comte’un kurduğu bu insanlık dininin insan ve toplum tasavvuru hiç de hümanist değil. Çok disiplinli sert bir düzenin olduğu, ödev düşüncesinin ön planda olduğu ve seçkinci bir öğreti. Fert yok, cemiyet var. Hak yok, ödev var. Dolayısıyla hiç de hümanist değil.’’ Comte’un dininde ulu varlığın insan olduğunu ifade eden hocamız, Comte’un insanlıktan kastının ne olduğunu, “İnsanlıkla kastettiği şey şimdiye kadar yaşamış insanların bir toplamı değildir. Önemli bir eser bırakmış, önemli bir örneklik sergilemiş insanları ifade eder. Evrensel düzenin mükemmelleşmesine, insanlığın birikimine özgürce katkı sağlamış; geçmiş, gelecek ve şimdiki zamanda yaşayan insanlar. Comte’a göre her insan insanlığın bir çocuğu olarak doğar fakat her insan insanlığa kul, hizmetçi olmaz. Dolayısıyla sadece insanlık birikimine katkı yapmış insanlardan oluşur Comte’un insanlık dediği şey. Diğerleri parazit, hatta onun kendi ifadesiyle gübre yapıcılardır.’’ diyerek vurguladı.
Comte’un bu dini kurarken Katoliklikten fazlasıyla etkilendiğini belirten Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un kurduğu dinin bir anlamda Katoliklik olduğunu ama içinde Hristiyanlığın olmadığı bir Katoliklik olduğunu ifade ederek bu dinin bir başka tanımını “Katolikliğin seküler bir formda yeniden üretilmiş halidir.’’ ifadeleriyle yaptı. Ardından bu dinin, toplumsal ve tarihsel hafıza yaratma ve bunları koruma dini olduğunu da belirtti.
Doç. Dr. Kabakcı, Comte’un İslam dini için düşüncelerini, “Comte için İslam ise o zamana kadar var olan, gelmiş geçmiş en ileri, en mükemmel din. Özellikle hem bu dünyaya bakan yönü hem de öteki dünyaya bakan yönü olması hasebiyle İslam Comte’un büyük bir saygısını kazanıyor.’’ sözleriyle belirtti.
Doç. Dr. Enes Kabakcı, Fransız devriminin Fransız toplumundaki ve dünyadaki yankılarına tekrar değinirken devrim sonrası krizde çözüm olarak ortaya atılan yapay dinler hakkında Emile Durkheim’ın analizini, “Durkheim diyor ki, toplumun kendini tanrısallaştırma ve ya tanrılar yaratma eğilimi en net şekilde Fransız devrimi sürecinde görülmüştür. Bu dönemde tabiatı itibariyle aslında seküler olan şeyler kamuoyu tarafından kutsal şeylere dönüştürülmüştür. Ne gibi? Vatan, özgürlük, akıl gibi. Dinlere has semboller, dogmalar, mabetler ve bayramlar icat edilmiştir. Böylece manevi bir tatmin sağlanmaya çalışılmıştır. Durkheim bu analizinin sonunda şunu diyor; sebep ortadan kalkarsa sonuç da varlığını sürdüremez. Yani vatan coşkusu ve devrim sonucundaki o coşku azalınca bu dinler de ortadan kalkmıştır.’’ diyerek bizlere aktardı. Fransız devrimini, dinsel bir devrim gibi işleyen siyasal bir devrim, şeklinde niteleyen hocamız sözlerine devam ederek; Fransız devrimi, eşitlik ve özgürlük gibi ilkeleriyle sadece Fransız vatandaşlarına değil tüm insanlığa hitap etmesi yönünden evrensel bir din gibidir, devrim bir yerde oldu ama dünyanın birçok yerinde taklit edildi, bu sebeple Fransız devrimi bir model gibidir, şeklinde görüşlerin de olduğunu ifade etti.
Konuşmasının sonucundan Comte’un öngördüğü şeyin, içinde epistemoloji, siyaset, sosyoloji ve maneviyatı barındıran total bir düşünce sistemi olduğunu ifade eden Doç. Dr. Enes Kabakcı, Comte’un dininin “Dünyevi bir spiritüalizm’’ şeklinde ifade edilebileceğini belirtti. Comte’un insanlık dininin kalıcılığı ve geçerliliği konusuna da değinerek Fransa’da az sayıda takipçi grubu bulduğunu, Latin Amerika’da büyük bir yankı uyandırdığını ve özellikle Brezilya’da 20. yüzyılın başlarında bu dinin neredeyse resmi din haline geldiğini belirttikten sonra, Osmanlı Devleti’nde ise Jön Türkler ile yankı bulduğuna kısaca değindi. Konferans, dinleyicilerden gelen soruları cevaplamasının ardından sona erdi.