Divan Sohbetleri’nin post sahibi Prof. Dr. Turan Koç. Sohbetine çeviri esnasında yaşanan zorluklara ve dilin çektiği eziyetlere değinerek başladı. Yanılsama, sanrı, hezeyan ki Koç en büyük akıl hastalığı olduğunu belirtti- tasavvur, tahayyül, seküler gibi kelimelerin kullanım yanlışlıklarından hareketle “erişemediğimizi algılayamayız” sonucuna varıldı. Turan Koç, Hazreti Ebubekir’in (r.a.) “İdrakin aczini idrak, en büyük idraktir.” sözünü hatırlattı. Ardından bahis konusu “algı” mefhumuna geldi. Hoca, gözlerimizin masum olmadığını belirterek içinde bulunduğumuz imaj çağına eleştiriler getirdi. Israrcı ve marjinal reklamlara boğulmuş vaziyette olduğumuzdan masum tabiatı dahi görme fırsatımızın olmadığını belirtti. Buradan da hareketle etik, ahlak, iyilik değerlerimizde meydana gelen deformasyonu sorguladı. “Ahlakı nereye dayandıracağız?” sorusuna cevaben: “Hukuk-ahlak, siyaset-ahlak çağrışımsal olarak bir bakışta yakınlar fakat birbirleri içerisinde homojen olarak dağılmamışlar, sistemin de dengeye gelmesi ancak böyle mümkün. Bakınız, Batı, sivil sorumluluk duygusunu her alanda hissettirebiliyor. Bu sayede de toplumun işlevsel hale gelmesi sağlanıyor. Fakat burada da şöyle bir sıkıntı var ki bizde bilgi kamuya aitken onlarda özellikle de Amerika’da patentleşme söz konusu.” Derken burada akıllara şöyle bir soru takılıyor: “Acaba kimliğimizi mi kaybettik, durduğumuz yeri mi bilmiyoruz?” Hocamız, bu soruya yönelik açıklamasında ise bilgi ile şuur arasındaki dengeye dikkat çekti: “Bilindik bir cevap ama durduğumuz yeri kaybediyoruz. Bilgiye olan merakımızın azalması yönüyle düşünürsek gücümüzü kaybediyoruz diyebiliriz. Bilgi güçtür.” İngiliz filozof Bacon’un meşhur sözünü hatırlatan hocamız, az önce bahsettiği patentleşmeye de atıfta bulunarak “Paylaştıkça çoğalır” dedi. Üstelik Almanya’nın savaştan çıkalı yirmi sene olmasına rağmen bu seviyede toparlanmasının, dahası fabrikalarında çalıştıracak işçileri dahi bizim ülkemizden getirmesinin sebebi olarak da bunu gösterdi. Üniversitelerinde sistematiklerini, altyapılarını koruduklarından, bilime dair ne varsa önemsediklerinden ve en önemlisi aynı süreçte bizde “kütüphanelerin yokluğunun” aşikâr bir sorun olduğundan bahsetti. Hocamız sohbete, Yahya Kemal’den bir anekdotla son verdi: Madrid büyükelçiliği sırasında verdiği bir davette yabancı konukları Yahya Kemal’e Türkiye’nin nüfusunun ne kadar olduğunu sorarlar. Yahya Kemal, “80 milyon” cevabını verir. Dinleyenlerden biri “birkaç gün önce gazetede Türkiye’de nüfus sayımı yapıldığını ve nüfusun 15 milyon çıktığını” söyleyerek itiraz eder. Yahya Kemal, yine kararlı bir tavırla “Ben ölenlerimizi de saydım. Cevabım doğrudur. Zira biz onlarla bir arada yaşarız.” cevabını verir.
Genel