Şiir akşamlarının bu ayki konuğu şair, yazar ve televizyon programcısı Serdar Tuncer idi. 31 Ocak Cumartesi akşamı, KOCAV EGKM’nin Ömer Lütfi Mete salonunda toplanan şiir severler, Serdar Tuncer’in “Çay sıcaklığında muhabbeti, İstanbul kokulu şiirleri ve tefekküre ve tebessüme sevk eden hikâyeleri ile” ilk dakikalardan itibaren farklı bir iklime teslim oldu. Programın girizgâhı dahi şiirden ve şiir ehlinden bahisle geçti. “Şiir nedir?” sorusuna verilen cevapların bir hasılası mahiyetinde, Tuncer’in bu soruya cevaben söyledikleri daha ilk dakikalarda salonun takdirini topladı: “Okuduğun vakit kalbini fark ettiğin şeye şiir diyorlar, yaşadığın vakit kendini terk ettiğin şeye aşk diyorlar.”
“Her daim babasının oğlu”
Sahneye çıktığında öncelikle herkesi ayakta selamlamayı tercih eden Tuncer, konuşmaya öncelikle sahneye çağrıldığı “söz ustası” deyiminden bahsederek başladı.“Biz öze çırak olalım. Sözün ustası olsan ne olur, olmasan ne olur? En güzel cümleyi sen kursan ve senden sonra bir başkası kıyamete kadar aynı cümleyi, aynı kıvamda kuramayacak olsa senin eline ne geçer? Hiç! Güzel söylemek elbette güzeldir ama güzel yapmak, güzel söylemekten daha güzeldir. Dua edin ki biz güzel yapanlardan olalım.”
“Nedensiz, nasılsız sevmek”
“KOCAV’ı seviyorum. Niye sevdiğimi bilmiyorum ama seviyorum.” diyerek cümleye başlayan Tuncer, sevmenin nasıl bir şey olduğuna, tıpkı şiir gibi sevginin de, kalpten kalbe işleyen ve mantık barındırmayan bir şuur meselesi olduğuna dikkat çekti: “Zaten sevmenin muteber olanı da bu derler. Nedensiz, nasılsız sevmek. Montaigne’e soruyorlar, ‘Falanca’yı niye bu kadar çok seversin?’ ‘Çünkü o, o; ben de benim. Başka sebebe gerek yok.’ diyor. Eğer Montaigne Doğu’yu bilen bir adam olsaydı, cümleyi bu kadar uzatmayacaktı. ‘Çünkü o, o.’ Bitti. ‘Ben, benim’ demeye gerek yok.” “Biz ‘sen’ dedikçe var olmuş bir medeniyetin uşaklarıyız. Onlar ‘ben’ dedikçe varlığını devam ettirmeye çalışan bir uygarlığın çocukları.” Bu sözlerinden sonra oturarak şiirlerine başlayan Serdar Tuncer, programına 4000’i aşkın gazelinin bulunduğunu belirttiği Kanuni Sultan Süleyman Han’ın “budur” redifli bir gazeliyle başlamak istedi:
Hây u hû’dan fâriğ ol, âlemde sultânlık budur
Pendini gûş eyle gel mûrun, Süleymânlık budur
Her kim ki kılsan nazar, sen ânı senden yeğ bilüp
Görme kendü kendüzün, zîrâ ki şeytânlık budur
Her ne kim sana sanursun, san ânı kardaşuna
Fi’l-hakîka sözümü gûş et, Müselmânlık budur
Âkil isen istedüğün iste, âhir sendedür
Gayr yerden ister isen bil ki nâdanlık budur
Nefs hazzın ey Muhibbî verme gel hayvân-sıfat
Zabt-ı nefs et, ârif ol, âlemde insânlık budur
Müslümanlık Tarifi
“Kendine neyi istiyorsan, kardeşine de onu iste. Müslümanlık budur. Asr-ı Saadet,
Mescid-i Nebevi’deyiz. Fakir bir sahabe elini açmış diyor ki: ‘Ya Rabbi, Abdurrahman
bin Avf ’a (r.a.) daha çok mal mülk ver…’ Bir başkası görüyor ve diyor ki: ‘Abdurrahman’ın
zaten çok var, ona niye istiyorsun? Kendine istesene!’ Cevap şu: ‘Allah ona verirse o dağıtıyor, fakire fukaraya yardım ediyor. Verdiği kişinin de Allah’la hukukunu zedelemiyor. Bana verirse benim ne olacağım belli olmaz. Abdurrahman’a versin.’ İşte Müslümanlık bu.” Daha sonra dinlemek ve anlamak arasındaki farka değindi Tuncer: “Bir sözün bizim dilimizde söylenmemesi onu anlamamamıza mani değil, sözün dilimizde söylenmesinin anlamamız için kâfi gelmediği gibi.” Türkülerin hikâyelerini anlatarak bu sözü açıkladıktan sonra Fuzulî’nin bir gazeliyle devam etti:
Öyle ser-mestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir
Ben kimem sâki olan kimdir mey-i sahbâ nedir
Gerçi cânândan dil-i şeydâ için kâm isterem
Sorsa cânan bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir
Vasldan çün âşıkı müstağni eyler bir visâl
Âşıka ma›şûkdan her dem bu istiğnâ nedir
Hikmet-i dünyâ vü mâfîhâ bilen ârif değil
Ârif oldur bilmeye dünyâ vü mâfîhâ nedir
Âh u feryâdın fuzûli incidiptir âlemi
Ger belâ-yı aşk ile hoşnûd isen gavgâ nedir
“Bizim gibi yaşamak”
Divan Edebiyatı’ndan kıymetli misallerle devam eden programın sonuna doğru Serdar Tuncer, kelimelerimizin bizim mührümüzü nasıl taşıdığına dikkat çekti: “Kelimelerin altını biz Müslüman gibi, Türk gibi doldurabildiğimiz zaman; bizim gibi yaşayabiliriz. Bu da kelimeleri keşfetmekten geçiyor. Hepimizin bir defteri olsa, biri ona ‘hemhâl’ yazıp ‘empati’nin üzerine çarpı atsa; diğeri ‘emanet’ yazıp onun altını doldursa…” Aşka, kalbe, “biz” olmaya dair kıymetli kapıları şiir ve sohbet eşliğinde açmaya yönelik bu güzel programı, Serdar Tuncer, emeği geçenlere teşekkür ve herkesi Allah’a emanet ederek sona erdirdi. Geceden geriye ise hafızalarda tatlı bir hatıra, hoş bir sohbet, kısaca KOCAV çatısında idrak edilmiş dolu dolu geçen bir gece daha kaldı.
Hazırlayan
Metehan HEPVAR
(Giriş 2)
Burak YILMAZ
(Giriş 2)